Bir ilin (devletin) bağımsız olabilmesi için bazı şartlara sahip olması gerekmektedir. Bunlar başlıca siyasî istiklâl, ülke, halk ve kanundur.
Gök-Türkler’de ve Uygurlar’da hükümdarlık, yani devlet başkanlığı kağanlık ile temsil edilmektedir. Dolayısıyla devlet başkanı da kağan unvanını taşıyordu. Büyük Hun imparatorluğunda ise bu makam Ch’an-yü (Shan-yü)’lükle karşılanmıştı. Gök-Türkler kağan unvanını tabi oldukları Juan-juan’ları yenerek bağımsızlıklarını kazanıp devletlerini kurduktan sonra, bu devletin hükümdarının unvanı olduğu için almışlardır. Ancak, konuyla ilgili bütün kaynaklarda kağan unvanının karşılığının Hunlar’daki Ch’an-yü olduğu ifade edilmektedir. Hatta kağanın hanımı hatunun Hunlar’daki karşılığının Yin-shih olduğu da bildirilmektedir. Bu atıflarla hiç şüphesiz kaynaklar Gök-Türk devletinin kuruluşunda teşkilat açısından Hunlar’la bağlantı kurmaktadır. Arkasından Uygurlar da Gök-Türk siyasî hakimiyetinin yerine kendi devletlerini tesis ettiklerinde aynı unvanı kullanmayı sürdürmüşlerdir.
Kaynaklardan anlaşıldığına göre otağ, örgin (taht), tuğ (kurt başlı sancak), davul (sorguç-köbrüge) ve yay hükümdarlık sembolleri idi. Eski Türk devletlerinde bu unsurlar mevcuttu. Gök-Türk devletine yönelik entrika faaliyetlerini sık sık uygulama safhasına koydukları sırada Çinliler, kağanlara karşı destekledikleri Gök-Türk prenslerine birer kurt başlı sancak ve davul göndermişlerdir. Kağan unvanının yanında sadece Tonyukuk yazıtında Han unvanı kullanılmıştır.
Kağanların vazifeleri
Kagan’ın başlıca vazifesi milletine bakmak, gözetmek, doyurmak, boyları bir arada tutmak ve düşmanlara karşı korumaktır. Bilge Kağan yazıtında geçen şu sözler kağanların millete karşı sorumlu olduğunu gösteren en önemli delillerdendir: “Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım… ondan sonra Tanrı irade ettiği ve lütfettiği İçin ve talih ve kısmetim olduğu için ölecek milleti diriltip, kaldırdım, çıplak milleti giydirdim, fakir milleti zengin ettim, nüfusu az milleti çok ettim. Başka illi milletler, başka kağanlı milletler arasında onları pek üstün kıldım. Dört bucaktaki milletleri hep barışa mecbur ettim ve düşmanlıktan vazgeçirdim.” (Bilge Kağan Yazıtı, doğu, 27-30).
1- Ordusunun başında olmak, 2- Halkı doyurup giydirmek, 3- Halkı kondurup iskan ettirmek, 4- Akınlar yaparak kazanç sağlamak, 5- Halkın kalbini kazanmak ve onun sevgi ve saygısına mazhar olmak bir kağanın başlıca vazifeleri İdi.
Siyasî iktidar kut ile ifade ediliyor, bazen kağanlar tanrı tarafından kut’u olmadığı gerekçesiyle tahttan indiriliyordu (716 İnel Kağan hadisesi).
Hükümranlık (erklik) karizmatik idi. Kaganlık Tanrı tarafından verilir, Türk hükümdarı töreleri (kanun) uygular, fakat, kanun yapamazdı. Kısacası çağdaşı bazı devletlerde olduğu gibi mutlak hükümdar değildi. Siyasî iktidarı Tanrı verdiği için millî irade, insaf duy———-BİR SAYFA EKSİK——–
Meclisin eski Türkçe karşılığı toy idi. Meclis üyelerine ise toygun denmekte idi (toy üyesi).
Büyük Hun İmparatorluğunda Mo-tun devrinden (M.Ö. 209-174) beri devlet işleri ve dinî törenlerle ilgili üç ayrı toplantıdan bahsedilmektedir. Birinci toplantı dinî mahiyette olup senenin ilk ayında hükümdarın sarayında yapılırdı. İkinci toplantı beşinci ay (haziran)da Ongin ırmağı vadisindeki Lung-ch’eng’da olurdu. Üçüncü toplantı ise sonbaharda, hayvan sayısını, devletin insan ve askeri gücünü tesbit etmek üzere Ma-i’deki Tai-Hn’de yapılmakta idi. Bu toplantılar arasında en önemlisi ilkbahardaki idi. Çünkü göğe, yere, atalara ve diğer tabiat güçlerine kurbanların sunulduğu, at yansı ve deve güreşlerinin tertiplendiği bu toplantıda hükümdarlar tasdik edilir veya yeni Ch’an-yü’ler seçilirdi. Gerektiğinde idareye geniş icraî yetkiler verilir, töreye yeni hükümler getirilirdi. Bütün ülke meseleleri üzerinde genel müzakereler açılarak görüşülüp karara bağlanırdı. Ch’an-yü’nün başkanlığında ve onun eşi Yin-shih’nın, prenslerin huzurunda hükümet üyelerinin, asker, sivil bütün görevli başbuğların diğer yüksek makam sahiplerinin, diğer Hun boylarının temsilcileri katılırdı. Meclise katılmak ve daha sonra verilecek yemekte hazır bulunmak devlete sadakat işareti sayılıyor, aksi durum ise itaatsizlik kabul ediliyordu. Bazen kanad idarecileri protesto etmek için toplantıya geliniyorlardı (Ch’an-yü Wo-yen-te devri M.Ö. 85-68). M.Ö. 55’te Ch’an-yü Ho-han-ye ile kardeşi Chih-chih arasında devlet meclisinde şiddetli tartışma olmuş, neticede bağımsızlık taraftan Chih-chih kendi taraftarları ile batıya doğru ayrılmıştı. Yine M.Ö. 43’te Güney Hunlan meclislerinde yaptıkları toplantıda başkentlerinin Orhun bölgesine nakledilmesi söz konusu mecliste görüşülmüştür. Hun devletindeki bu meclis taşıdığı önem bakımından araştırıcılar tarafından Devlet Meclisi veya Millet Meclisi olarak vasıflandırılmıştır.
Tabgaç hükümdarı T’ai-wu, ülkesinde Budizm propagandasını yasaklama kararını başbakanının yardımı ile devlet meclisine aldırmıştı.
Gök-Türk kaganları da meclisin tabiî başkanı idiler. Kağan olmadığı zaman Aygucı ve Üge’ler başkanlık ederlerdi ki, bu kişiler aynı zamanda başbakan durumunda idiler. Meclis Gök-Türk tarihinde mühim yer tutmuş, hükûmdarların tahta geçip indirilmesinde büyük roller oynamıştır. Gök-Türkler hakkında bilgi veren ilk Çin kaynağı Chou Shu’nun 50. bölümünde daha devlet kurmadıkları döneme ait bazı rivayetler nakledilirken enteresan bir kayıt da meclis hakkında bildirilmektedir. Buna göre kendi aralarında şeflerini seçmek için hepsi bir araya toplanmış, ağaçlık bir yerde yükseğe sıçrama yarışması düzenlenmiştir. Neticede en yükseğe sıçrayan kişi reis (şef) olarak seçilmiştir. Böylece meclis takdirini en layık olan lehine kullanmıştır. 545 yılında İlk Çin elçisi An-nuo-p’an-t’uo, Gök-Türk merkezine vardığında o zaman henüz reis olan Bu-min‘la birlikte meclise benzer bir grup karşılamıştı.
582 yılında taht değişikliği sırasında meydana gelen olaylar Gök-Türkler’de meclisin varlığını ve fonksiyonlarını göstermesi açısından çok mühimdir. Taspar (T’a-po) Kagan’ın ölümünden sonra onun vasiyet ettiği Ta-lopi-en, meclis tarafından kağan olarak tanınmadı ve Işbara daha layık görülerek kağan seçildi. Kısacası meclis takdirini bu yönde kullandı. Demek ki söz konusu meclis kağan nasbında tam yetki sahibi idi. Yeni hükümdarı meşrulaştırdığı gibi gerekçe göstererek reddedebiliyordu. 593 yılında cereyan eden bir başka hadise de meclisin varlığını ve önemini gösterir. Tou-lan Kagan’ın Çin asıllı eşi Çin’de kendi sülalesini yıkıp iş basma gelen Suei hanedanına karşı bazı Çinliler’le ve Soğdlular’la irtibat kurarak birtakım gizli faaliyetlerde bulunuyordu. Çinli elçiler bunu kağana bildirdilerse de o müdahale etmek istemedi. Ancak, Çinli elçi gizlice devlet meclisi üyelerinden birine rüşvet vererek, kağanın hatununun yaptığı gizli işleri açığa çıkarttırınca, meclis üyelerinin hepsi, bu gizli plândan onun haberinin olmamasından dolayı kağanla alay etmişler, o da zor durumda kalınca suçluları cezalandırmıştır. Bilge Kagan’ın 723 yılında Budizm’in ve Taoizm’in ülkede propaganda edilmesi ve şehirlerin etrafının surlarla çevrilmesi konusunda yaptığı teklif devlet meclisinde Tonyukuk’un itirazı üzerine kabul edilmemişti.
Uygurlar’da kudretli idare adamı ve kumandanlar arasından birini Han seçebiliyordu.
Devlet teşkilâtı
Orhun kitabelerinde geçtiği üzere Gök-Türkler’de hükümetin karşılığı ayukı tabiri idi. Ayukı yani hükümetin meclisin (toy) toplanamadığı zamanlarda devreye girdiğini görüyoruz. Devletin işlerinin acil görülmesi gerektiği anlarda ayukı toplanıyor ve görüşülüyordu. Çin kaynaklanıra göre Gök-Türk hükümeti 9 bakandan oluşmaktaydı. Bakanların yazıtlardaki karşılığı ise buyruk idi. Bilge Kağan, 734 yılında bir bakanı tarafından zehirlenerek öldürülmüştür. Hükümet üyeleri, çor, ilteber, buyruk, çor ve benzeri unvanlar taşıyorlardı. Merkezin dışındaki hükümet üyeleri askerî vali konumundaydılar. Hükümetin başında ise hanedandan olmayan aygucılar veya ügeler bulunurdu. Vergi toplama işine tudunlar bakarken, tamgacılar katip ve mühürdar, bitigciler ise haberleşmeden sorumlu katip idiler.
Hükümdarlığı şahsında temsil eden kağan (devlet başkanı) ülkeden birinci dereceden sorumlu olduğundan bütün iktidarı elinde bulunduruyordu. Başbakanları o tayin ediyor, töre değişikliklerini o teklif ediyor, devlet mahkemesi yarguya o başkanlık ediyordu. Gök-Türkler’de milletin herşeyi ondan beklemesi tam otoriteyi doğuruyordu.
Boyların başında beyler bulunurdu. Herhangi bir siyasî birliğe dahil olan boylara ok denirdi. Boyların birliğine ise bodun denirdi ki, başlarında arazilerinin genişliğine göre Yabgu, Şad, İlteber ve Erkin gibi idareciler bulunurdu.
M.Ö. 659-621 arasında Çin kaynaklarındaki bir kayıtta Türk halkına dair şunlar yazılıdır:
“Jung-i (Hunlar) böyle değillerdir. Orada yukarıdakiler, aşağıdakilere erdemle dallanıyorlar. Aşağıdakiler de yukarıdakilere sadakada hizmet ediyorlar. Bir ülkeyi idare etmek, bir vücudu idare etmek gibi olduğu için ülkenin nasıl idare edildiği hissedilmiyor. Bu gerçek bilgenin idaresidir.”
“Fazla konuşmayın artık”
Çinli vezir Chung Han-yüe’nin M.Ö. 160’tan önce Hun Ch’an-yü’sü Chi-yü’ye raporu:
Han hanedanı elçilerinden bazıları şöyle demişti: “Hanlarda şapka ve kemer takma nezaketi (protokol kaideleri) yok.” Buna karşılık Chung Han-yüe şöyle dedi: “Hanlarda hareketleri sınırlayan kurallar hafiftir. Uymak kolaydır. Hükümdarla maiyeti arasında protokol kaideleri çok basittir. Bir devletin politikası insanın vücudu gibidir… Çin’de nezaketten kötülük doğuyor. Üsttekiler, alttakiler birbirlerinden nefret ediyorlar. Mümkün olduğu kadar çok evler ve saraylar inşa ettiğimiz için milletin kuvveti azalıyor… Ey topraktan ve taştan yapılmış evlerde oturan siz Çinliler, fazla konuşmayın artık, taktığınız şapka ve kemerin ne faydası var?” Hunlar’da ayrıntılı kurallar yoktu ama devletin idaresi bir insanın vücudu gibi çalışıyordu. Her şey birbirine bağlı düzen içinde gerçekleşiyordu.
M.Ö. 89′ Çin’e mektup gönderen Hun hükümdarı “Güneyde büyük Çin, kuzeyde kuvvetli Hunlar vardır. Hunlar, göğün kıymetli(mağrur) çocuklarıdır. Hunlar küçük seremoni ve protokol işleri ile uğraşmazlar”
Bu vesikalardan Hun memleketinde halkın idareciler tarafından ezilmediğinin söylenmesi feodal devletlerde görülen temel özelliklerden birisinin Hunlar’da bulunmadığının göstergesidir. Çünkü, Çin’de halk feodal beylere ait topraklarda köle-esir gibi yaşıyordu.
Toprakların millete ait olduğunu gösteren bir başka belge M.Ö. 209 tarihinde Hunlar’ın başına geçen Mo-tun’un kendisinden atını, hatununu ve toprağını isteyen Tung-hu’lara toprağın devlete millete ait olduğunu söyleyerek savaş açmasıdır. Hun kanunlarına göre bir kişi eğer adam öldürmek niyetiyle bıçağını sıyırsa hemen idam edilir. Hırsızlık yapanın evindeki mallarına el konulur. Bir suçluya hafif ceza verilecek ise bir uzvu ezilir. Ağır ceza verilecekse idam edilir. Hapis müddeti 10 günü geçmez, mahkûmların sayısı ancak birkaç kişidir.
Çince kaynakların asil olarak nitelendirdiği idareci boyların yine aynı kaynaklara göre kanunlar karşısında farklı hak ve imtiyazlara sahip bulunmadıkları, bütün Hun memleketinde herkesin herkesçe malum Hun töresine göre yaşadığı bilinmektedir.
Gök-Türk devletinde halkın(kün) özel hukukla donatılmış, ekonomik olarak hür ve özel mülkiyete sahip olduğu görülür. Ziraat arazisi üzerinde de özel mülkiyet geçerli idi. II. Gök-Türk devleti döneminde 698 yılında Kapgan Kağan, Çin’den bir sürü istekte bulunmuştu. Bunların arasında otuz bin ölçek tohumluk dan da vardı. Bu tohumların halkın tarlalarında kullanılması için olduğu muhakkaktır. Diğer taraftan Bizans kaynağı Tactica da Gök-Türkler’in hür insanlar olduğunu zikretmektedir. Bilindiği gibi özel mülkiyet kişi hak ve hürriyetlerinin teminatı olduğundan, insan ona sahip olduğu müddetçe hür olabilmektedir.
Diğer taraftan halkın tahta çıkma töreninde kaganı bir keçe kilim üzerine koyarak, havaya kaldırması, bir şerit ile boynunu sıkarak kaç yıl bize kağanlık yapacaksın diye sorması kağanın seçimine katılması ve onun nezdinde haklan olduğu şekilde düşünülmektedir.
Eski çağlarda ve diğer çağdaşı kültürlerde insanlar yaşamak için gerekli enerjiyi (çekme ve taşıma gücünü) aralarındaki zayıf ve vasıfsız kişilerin kol kuvvetini çalıştırma suretiyle sağlıyordu. Asalak ve yerleşik köylü kültürde bunun başka çaresi yoktu.
Ekonomik açıdan hayvan yetiştiriciliğine, çobanlığa dayanan bozkır Türk kültüründe ise bu ihtiyaç başta en yüksek adale gücüne sahip at olmak üzere hayvan gücü ile karşılanıyordu. Orman kavimlerinde ve yerleşik topluluklarda hakimiyeti ele geçiren gruplar zor balık yolu ile kendilerine hiçbir siyasî ve mülki hak tanımadıkları mahkum kütleleri sınıf kast cenderesine alarak cemiyet düzenini öyle devam ettirmek için asırlar boyunca türlü tedbirlere (özel kanunlara) başvururlarken insanın kol kuvvetine ihtiyaç duyulmayan bozkır kültüründe özel mülkiyet ve hür çalışma sayesinde gelişen sosyal gelenekler töre (anayasa) hükümleri halinde kesinlik kazanmıştı.
Gök-Türkçe vesikalarda 14 yerde kul tabiri geçmektedir. Ancak bunlarda mülkten, haktan mahrum kimseler değil, bazı siyasî ve medenî haklardan yoksun olmak söz konusudur ve esirlik ifade edilmek istenmiştir. Esirlik ve kölelik sosyal ve hukukî bakımdan farklıdır.
Üç önemli faktör
Genel olarak herhangi bir toplulukta yüksek tabakaların oluşmasında üç faktör önemli rol oynamaktadır:
1- Geniş araziye sahip olmak (ekonomik)
2- Askerliği meslek edinmek (idarî-askerî)
3- Ruhanî (dinî) zümreye mensup bulunmak
Ziraatın çok az yer tuttuğu göz önüne alınırsa toprağa dayalı kölelik (servage) söz konusu olamaz. Eli silah tutan herkesin asker olduğu bozkır toplumunda, askerliğin meslek olduğu düşünülemez. Zaten Gök-Türkler’i anlatan Çin kaynakları, Gök-Türk ordusundan bahsederken çoğu kez asker kelimesi yerine insanı kullanmış ve genelde süvari ordusu şeklinde tanımlamada bulunmuştur. Çünkü herkesin asker sayılmasından dolayı bir ayırım yapmaya gerek duymamışlardır. Bozkır sahasında kurulan hemen bütün Türk devletleri askerî-siyasî karakter taşımışlardır.
Yazıtlarda geçen Karabodun deyiminin asıl büyük kalabalık diye adlandırılması gerekmektedir. Yani büyük halk kütleleri ifade olunmak istenmiştir, sınıf farklılığı söz konusu edilmemiştir.
Orhun abidelerine bakıldığında açıkça görülür ki, devleti kuran ve başarılı yapan millet idi. “Türk bodun, illedük ilin… kaganladuk kağanın yitiru idmış= Tür milleti il yaptığı ilini… kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş”; Halkın devletin kuruluşuna katılışı ise “Babam(llteriş) 17 er ile harekete geçti. Haberi işiten ormandakiler, ovadakiler toparlanıp geldiler, 70 kişi, sonra 700 kişi oldular… kağanlığı atalarının törelerinde kurdular.”
İstiklâlin, ülkenin, halkın mevcut olduğu eski Türk irinde insanların hayatını düzenleyen bir kanunlar sistemininde de olması gerekirdi. Orhun Kitabeleri’nde açıkça belirtildiği üzere kanunlar bütününe töre deniyordu. Kitabelerde töre kelimesi 11 yerde geçmekte, bunun altısında il kelimesi ile birlikte kullanılmaktadır. Diğer beş yerde de il ile alâkası açıkça bellidir.
Bir başka deyişle devletin varlığı törenin varlığına sıkı sıkıya bağlı idi: “Devleti ellerine alıp töreyi tesis ettiler”, “Ey Türk bodunu devletini töreni kim bozabilir?”, “Kazandığımız devlet ve töremiz öyle idi”, “Devletin töresini terketmiş”, “O (îlteriş), atalarının töresine göre bodununu (milletini) teşkilatlandırdı…”, “Töre gereğince amcam tahta oturdu”.
Değişmeyen hükümler
Töre hükümleri değişik şartlar altında değişebilir kalıplar idi. Ancak değişmeyen bazı hükümleri vardı. Bunlar könilik(adalet), uzluk—————-eksik metin var—————————–