Mehmet Ali Bey (Aybar) , şu hazin fakat gerçekçi ‘tesbit’in sahibidir; her okuyuşumda etkilenirim:
”… İkinci Meşrutiyet ‘ten günümüze kadar, Türkiye ‘de çeşitli eğilimde sol partiler kurulmuştur. Bunlardan bir kısmı da, yasadışı ‘ihtilâlci sol’ görüşü savunan, Komünist ya da Komünizan partilerdir. Kurucuları, ‘bey takımı’ndan, saygın kişilerdir, tüm bu partilerin. Bazen aralarına göstermelik bir iki işçiyi aldıkları da görülür…”
”… (İştirakçi) Hüseyin Hilmi Bey ‘in 1910 ‘da kurduğu, ilk ‘Sosyalist’ parti olan ‘Osmanlı Sosyalist Fırkası ‘ndan beri, memleketimizde Sol’un çeşitli eğilimlerini temsil eden, belki kırk, belki daha çok parti kurulmuştur. Bunlar hep beyler tarafından, ya da teşvikleri ile kurulmuştur. Sadece ‘Türkiye İşçi Partisi’ , işçi kökenli sendikacılar tarafından kuruldu. Öncelikle bu olayın altını çizmek isterim…” (TİP Tarihi, cilt 1, s. 167)
Gâzi ‘nin ‘anti/emperpyalist, laik ve demokratik’ olmak arzusundaki Cumhuriyeti; eğer gerçekten ‘Devlet sosyalizmi’ yapacaktıysa; elbette, ‘halkçı, inkılapçı, devletçi, milliyetçi, laik ve cumhuriyetçi’ olmak zorundaydı: ‘Halk Fırkası’ nı ve programını, Edouard Heriot ‘nun Fransa ‘daki ‘Radikal Sosyalist Partisi’ programına benzettiğini, onun ağzından size aktardığımı hatırlıyorum. ‘Bütünüyle mağdur ve mazlum’ bir milletin, Gâzi gibi bir liderin arkasından, nasıl bir ‘devlet sosyalizmi’ ne yürüyeceği, ‘Gazi Cumhuriyeti’ nin, her düzeyde ‘başarılı’ yıllarına bakılarak anlaşılabilir; II. Enternasyonal de, III. Enternasyonal de, Ankara ‘ya boşuna destek çıkmıyorlardı; İngiltere ‘nin, sürekli ‘bozuk çalmasının’ nedeni de, bu!
Niye olmadı?
Peki niye olmadı? Çünkü, Gâzi yalnızdı; (yoksa Şevket Süreyya Bey, o yüzden mi ‘Kadro’ da ısrar ediyordu?) ‘Solcu Kemalistler’, o ve çevresindeki bir avuç ‘aydın’, ‘Halk Fırkası’ nı gittikçe parselleyen ‘Tanzimatçı/aydınlar’ tarafından, her fırsatta torpilleniyordu. Daha geçen gün, Falih Rıfkı Bey ‘in tanıklığını, paylaşmamış mıydık; ne demişti o:
”… Atatürk ileri atılışlarında statükocu, el altından sinsi sinsi baltalayıcı Tanzimat bürokratlarının, daima pasif dayatışına uğramıştır. Gerçekte Atatürk partisi millet içinde değil, Atatürkçülük dediğimiz her şey, kendi partisi içinde azınlıkta idi. Ölümünden sonra parti güdümü, bu inançsızların eline geçti… ”
”… Türkiye ‘nin Atatürk sonrası ve Demokrasi Tarihi, Dünya Tarihi ‘ne, karaktersiz aydınların, bir millete yapabilecekleri kötülükler örneği olarak; Kurtuluş tarihi ise, sağlam karakterde bir aydının, nasıl yaratabileceğinin bir örneği olarak geçecektir…”
Türkiye İşçi Partisi ‘ni kuran on iki sendikacı/işçi, acı deneyimleriyle yaşadıkları, bu sosyal ve siyasal gerçeğin itişiyle harekete geçmişlerdir. Aybar , olayın özgünlüğünü ve önemini, şöyle açıklamıştı:
”… on iki sendikacı bir siyasal parti kurmaya karar veriyorlar. Neden? Basına yaptıkları açıklamada, ‘ezilen sınıfların haklarını korumak için parti kurduklarını’ söylüyorlar. Ayrıca ‘işçinin şimdiye kadar çeşitli partilerin içinde eriyip kaybolduğunu; TİP’in ise işçi sınıfının temsilcisi olmak amacıyla kurulduğunu’ belirtiyorlardı. Bu açıklamada önemli ve daha önce işçilerden duymadığımız sözler var (…) sadece bu olay, Türkiye’de bir şeylerin değiştiğine işaretti…” (a.g.e. cilt 1, s. 168).
Bu ‘değişikliği’, ‘iktidar’ la ‘hâkimiyeti’ , tekeline almış olan Oligarşi ‘nin (Bürokrasi + Burjuvazi), hele ‘Soğuk Savaş’ gibi netâmeli bir dönemde, Türk halkına -dolayısıyla Türk İşçi Sınıfı ‘na- bağışlayabileceğine inanmak, safdillik olmaz mıydı? Hele Gâzi ‘nin, halkla beraber kurduğu ‘Halk Fırkası’ nın; aynı ‘oligarşi’nin kıskacı altında, nasıl yozlaşıp önce faşizan, sonra ne idüğü belirsiz liberal, daha sonra ‘Amerikancı’ sosyal demokrat, başı bozuk bir partiye dönüştüğü hatırlanırsa!..
‘İş âlemi’ diyebileceğimiz, o ‘çevre’…
Hadi bu defa, sonrasını ben söylemeyeyim; olayları Alpaslan Işıklı ‘nın kaleminden okuyunuz:
”… Atatürk ‘ün, zaten yetersizliği çok açık bir biçimde görülen ve kendisini izleme güçlüğü içinde bulunan kadrosu içinde, Nazizm ‘in ve Faşizm ‘in etkisine girenler oldu. Bunlardan biri olan parti genel sekreteri Recep Peker ‘in Faşizm ‘e eğiliminin, devletin Faşist modele göre yeniden yapılanmasını öngören bir projeyi, Atatürk ‘ün onayına sunmasına neden olabilecek, bir ölçüsüzlüğe varmış olduğunu görmüş bulunuyoruz…”
‘‘… bu dönemde, Türkiye ‘ye özgü bir sosyalizm arayışıyla 1932 ‘de yayın hayatına başlayan ‘Kadro’ dergisi etrafında başlayan hareket, 1935 ‘te son bulmuştur. Atatürk ‘ün isteğine uyarak sahibi olduğu Kadro ‘yu kapatan Yakup Kadri , kendi deyimiyle ‘Zoraki Diplomat’ yapıldı. Hareket’in öncülerinden Şevket Süreyya Aydemir ‘e göre: ‘… İstanbul’daki levantenler ve ekaliyet muhitleriyle, ithalatçı çevreleriyle, daha doğru iş âlemi diyebileceğimiz o günün insanları ile garip bir işbirliği içinde olan’ İş Bankası çevresi, Kadro dergisi’nin kapatılmasını sağlamıştı (…) Kadrocular’a saldıranların başında gelen Recep Peker ‘in 1936 ‘da Parti Sekreterliği’nden, İnönü ‘nün ise 1937 ‘de Başvekillik’ten uzaklaştırılmaları, bu çatışmanın sonuçları bakımından, göz ardı edilmemesi gereken olaylardandır.”
”… Atatürk, İnönü ‘yü Sol ‘a karşıtlığından dolayı tasfiye zorunda kaldığı için, Celal Bayar ‘a sarılmıştır. O Celal Bayar ki, 1950 ‘den sonra Türkiye ‘yi ‘Küçük Amerika’ yapmak için yaptıkları bir yana; 1938 ‘de, Atatürk hasta döşeğinde iken, sendikaları yasaklayan yasa değişikliğinin, yürürlüğe girmesini sağlayan kişidir…” (‘Sosyalizm, Kemalizm ve Din’, Alpaslan Işıklı, s. 142/146. 3. Basım. 2001.)
Gâzi ‘nin ‘yalnızlığı’, pekâlâ görülüyor ki, bir ‘dev yalnızlığı’ idi.
Attila İLHAN
20 Mart 2002