Site icon Söz Gazetesi

Dest-i kıpçak

Doç.Dr.Nazım Beratlı

Stalin, Churchill ve Roosevelt’in 2. Dünya Savaşı biterken, Yalta’da kurdukları dünya nizamı, belli ki değişiyor. Kanlı mı değişecek, kansız mı? Buna temsil edilen ve göz dikilen çıkarların büyüklüğü karar verecek, ne yazık ki insanlar değil… O bakımdan olup biteni yorumlarken, insani kaygılarımız ve romantik söylemlerin bir yararı, yok…

Çok açıktır ki son günlerde Ukrayna’da yaşananlar, AB ve ABD’nin ülkenin genç bir komedyen olan başkanını önce gazlayıp, sonra da ayazda bırakmasından ibaret, değildir sadece… “Turuncu” devrimden de ibaret değildir.

“Arap Baharı” günlerinde yazdığım yazılar bu sütunun arşivinde duruyor. “ Batı tipi bir ulusal kimlik ve ulusun bulunmadığı bir yerde, batı tipi bir demokrasi de kuramazsınız, batı tipi bir ulus devlet de…” demiştim özetle, “boşuna havalara girmeyin…”

Tarihsel gelişimini Çarşamba akşamı tv’de de anlattım… Ukrayna, İtalya ya da İspanya gibi bile bir “ulus devlet” değil… Fransa gibi, hiç değil… Ya da Almanya… Orada bir halk yaşıyor ama bu İspanya gibi de olsa bir “ulus” değil… Nüfusun %20si zaten doğrudan Rus… Geriye kalanın %50 sinin de ya anası veya babası Rus… Yarı Rus yani… Nüfusun “Ukrain” dedikleri kısmı azınlık! %40… Onun da yapısı ayrıca incelenmeye değer… Yüz yıl önce Osmanlı Rus dediğinde, bunları kast ederdi… Bugün Rus dediklerimizin Osmanlı ağzındaki adı: Moskof…

Gerçekten de bugünkü Rusya, Moskova’da değil, Kiev’de kurulmuştur. Ülkenin ilk başkenti de Petrograd ya da Moskova değil, Kiev’dir… Novgorod bile değil…

Bu bakımdan, Putin “Biz bu toprağı Türkler’den alıp size hediye ettik” derken, doğru söylüyor. Ukrayna zaten Rusça “sınır” demekmiş! Kiminle sınır? Osmanlı ile ve Kırım Hanlığı… Bizim ağzımızda o toprağın adı, 20.yy başlarına kadar Dest-i Kıpçak, idi… Kıpçak Ovası… Orada bizim ezberimize uygun bir “farklı” ulus, yok yani… Çok daha farklı bir tarihsel, sosyal ve kültürel yapı var… Hem Ruslar hem de Ukrainler açısından.

Allah yaksın kendini, Stalin; 2. Dünya savaşı sonlarında bunları aç bırakmış… İki milyondan fazla insanın açlıktan öldüğü söyleniyor. O bakımdan Moskova yönetiminden nefret ettikleri söyleniyor. Sovyetler Birliği çöküp de bunlar kendine göre “batı tipi” bir “ulus devlet” olmaya kalkışınca o tarihsel ve sosyal yapı ile öyle anlaşılıyor ki “ Rus korkusu” kafalarının bir kenarından hiç gitmemiş. Bu yarı Yahudi komedyeni %73 oyla o koltuğa oturtturan “Turuncu Devrim” ile batıya eklemlenmeye niyetlenmişler ki gün gele Rusya gene boğazlarına çökemesin!

ABD ile AB de bunu bir güzel kullanmış… Öteden beri Rusya’nın etrafına bir “demir perde örüp onu sarma politikası bulunduğu için, eski Sovyet uydularını kendi sistemlerine alırken, batıdan Rusya’ya doğru bin km ileriye gitmişler. Polonya ve Baltık devletçiklerini NATO’ya alarak batı ve kuzey batı yönünden yaklaştıkları Rusya’yı, Romanya ile güney batı’dan da sardıktan sonra, Ukrayna ile de güneyden kuşatmaya girişmişler. Bir yandan da bilmem kaç yüz yıllık “denizlere ulaşma” politikası olan bu “kara imparatorluğunun” Karadeniz limanlarını elinden alıp, denizlerden de kovma politikası gündemde imiş! Karadeniz olmazsa Rusya denize çıkamaz çünkü Kuzey denizinde yılın yarısında deniz donmuştur, ta dünyanın obür ucundaki Vladivostok’da ise parifiğin fırtınaları yol verse bile örneğin Avrupa’ya ulaşmak, üç ay sürer… Bu ne demektir? Doğal gaz ve petrol satarak enerji ihtiyacını karşıladığın Avrupa ile ticaret yapamamak demektir. Kapatılmak, hapsedilmek…

Ukrayna’nın NATO üyesi olması demek, Moskova’ya füze uçuşu ile beş dakika mesafeye, anti Rus nükleer füzeler konuşlandırılması demektir. Buna kimse izin vermez… Nitekim de 1960ta Kruşçev de Türkiye’ye bile Jupiter füzeleri konuşlandırılmasına cevaben kendi de Küba’ya füze üssü kurmakla cevap vermişti. Ama o zaman da ABD ona izin vermeyip, kendi de Türkiye’deki füzelerini geri çekmeyi kabullenerek bir dünya savaşı çıkmasına engel olabilmişti.

Sadede gelelim: Bu batılı güçler Ukrayna’daki yönetimin batıya eklemlenerek kendini garantiye alma hevesini çok güzel kullanarak, Rusya’nn tarihsel başkenti Kiev’i NATO’ya almaya cüret edemediler henüz ama kaç milyar dolarlık silah gönderip orada depoladıklarını da kendileri anlatıyorlar zaten.

“Clinton ile konuşurken, bizi ne zaman NATO’ya alacaksınız? Diye sordum, şaşkın şaşkın yüzüme baktı” diyen Putin, işte o Ukrayna’daki silahların geri çekilmesini talep ediyor, aylardır. Batı basını bunu hiç yazmıyor, dikkatinizi çekerim…

Zaten başından beri gofta olan komedyen Zelenski hiç o yoldan gelmediği gibi ne ABD ne de AB çevreleri de “demokrasi, insan hakları, özgürlük” yaveleri ile söylenenleri aylardır, duymazdan geliyorlar. Putin işte bunun için Ukrayna topraklarına girdiğini söylüyor…

Kim haklı?

Putin hiç hazzetmez ama Lenin, “Bir dünya savaşına neden olacaksa, Polonya’nın bağımsızlığı sorunu, bizim en önemli sorunumuz değildir” derdi.  Bütün bu olup bitenlerden Ukraynalı çocuklar sorumlu değillerdir. Suç onlara değil… Ama bedeli onlar ödüyorlar. “Babaları tv dizisinde cumhurbaşkanı oynayan komedyenlerden başkan seçerken düşünseydiler” de diyebilirsiniz ama beşer şaşar! Dünyaya egemen olan popüler kültürün acı bir sonucudur, bu da…

Hemen masa kurulmalıdır.

O masada araya girebilecek en iyi konumdaki ülke de Türkiye’dir… Hem her ikisi ile de iyi ilişkileri var… Hem de NATO üyesi olmakla beraber bu güne kadar taraf olmamış… Boğazları kapatma önerisini reddetmiş, örneğin… En şiddetli bir biçimde kınamış ama birini cezalandırmaya da kalkmamış… Zaten Zelenski de zirve toplantısında Türkiye’yi de görmek istediğini defalarca söyledi… Putin de sorunu anlatırken, tarihe yaptığı atıflarla, tarihsel olarak Türkiye’nin de bu sorunun içinde olduğunu söyledi… Bu şans, var…

Doç.Dr. Nazım Beratlı

https://www.kibrispostasi.com/

Exit mobile version