Site icon Söz Gazetesi

Neslihan Dağlı ile seçkin şiirlerde Talat Avcı

Merhaba sevgili okur,

Bu haftanın şair- yazar konuğu sevgili Talat Avcı Aydın -Söke-Bağarası’nda doğdu (1952). İlköğrenimini doğduğu bucakta, ortaöğrenimini Söke’de tamamladı. Erzurum Eğitim Enstitüsü Türkçe bölümünü bitirdi. Anadolu Üniversitesi’nde edebiyat lisans tamamlamasını yaptı. Mezun olduğu Söke Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olarak çalışırken emekli oldu. Dershanelerde Türkçe ve edebiyat derslerine girdi. Yüksekokullarda Türk dili dersleri verdi.

Türk Dili, Kıyı, Ardıçkuşu, Aykırısanat, Beşparmak, Afrodisyas Sanat, Şehir, Çağdaş Türk Dili, Kurşun Kalem, Eliz Edebiyat, Tmolos Edebiyat, Kasaba Sanat, Sincan İstasyonu, SarmalÇevrim, Akatalpa, Caz Kedisi, Edebiyat Nöbeti, Deliler Teknesi ve ÇiniKitap gibi edebiyat dergilerinde şiir, öykü, deneme ve kitap tanıtım yazıları yayımlandı.

On yedi yıl, Beşparmak dergisinin genel yayın yönetmenliğini yaptı. On yıl, Beşparmak dergisi ve Söke Belediyesi ile ortaklaşa olarak SÖKE SANAT EDEBİYAT VE KİTAP GÜNLERİ’ni düzenledi. Kumbarasında şiir, deneme, öykü biriktirmeyi sürdürmekte ve ikinci romanı üstünde çalışmaktadır.

YAPITLARI:

MUSTAFA KEMAL DESTANI (Şiir-1986)

SENÇEKİMİ (Şiir-1999)

ADRESİ EKSİK (Şiir-2007)

ŞİİRİDYE (Deneme-2019)

GİBİ (Öykü-2020)

ARAMIZDA DENİZ VAR (Roman-2021)

MI ACABA (Deneme-2022)

VAY CİMCİME VAY (Haiku-2023)

GEÇ KÂĞIDI (Şiir-2024)

TALAT AVCI’NIN ŞİİR ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ;

ŞİİR SİHİRDİR ASLINDA

Günümüz şiiri, halk şiirinin hece eşitliğinden ve divan şiirinin ses eşitliğinden geçerek, hiçbir kalıba sığmayan serbest şiirin özgür havasını benimsedi.

Yer yer Yahya Kemal’ler, Ahmet Haşim’ler divan şiir geleneğinden izler taşıyan dizeleriyle kulağında hoş tınılar bıraktı; yer yer Karacaoğlan’lar, Âşık Veysel’ler güzel Türkçemizin dağını, ovasını akıttılar sevdalarının yanı sıra.

Sonra sonra Orhan Veli’lerle nüktedanlığın ve ironinin, yanı sıra Nâzım Hikmet’lerle toplumculuğun peşinde açık açık…

Cemal Süreya’larla bir imgenin saçına takılarak…

Derken kendi sesini bularak… Ya da o kendine özgü sesi bulduğunu sanarak… İşin aslında hep o özgün sesi arayarak…

Şiir bence eksiltmeli bir dil. En az sözcükle en çok şeyi anlatmanın yolu. Özlülüğün dibi de denebilir tepesi de.

Şiir imgesiz olmaz. Bu nedenle “şiir dili” denen bir dil var. Bu, kuş dili değil elbette. Günlük dilden biraz farklı. Bazılarınca çok farklı. Neden? Örneğin, şiire girmek kuyuya inmek gibi bir şey. İpin uzunluğu ne kadarsa, o kadar inebilirsin derinliğe.

Herkesin anlayabileceği bir şiir neden yazılmıyor ya da yazılamıyor diye soracak olursak, ne diyebiliriz? Ya herkesin anlayabileceği bir basitlikte yazacaksın ya da yüzyılların imbiğinden damıtılmış bir deyim, bir atasözü özlülüğünde ve güzelliğinde bir şey yakalayacaksın.

Şair, kişi olarak yüzyıllarca yaşayamaz; ama yüzyılların birikiminden yararlanmayı bilirse, o çok peşinde koştuğu Mısra i bercesteyi yakalayabilir. Okura kolay bulunmuş gibi gelen, şairi tarafından tüm pürüzlerinden arındığı için dilimize güzelce oturan güzellik.

Yani okur olarak bize şiir gibi gelmekten öte, sihir gibi gelen şey!

VAY KIRIĞI

uzağındayım/ yüreğimde ah yırtığı

kavuşmak gelecek zaman çekimli yine

engellerin çalımı gellere yalnızca

yolların dur yerinde vay kırığı

 

halaylarda yanı başına beni de al

 

babamın düğününde geri sarıp zamanı

çayda çıra annemin kına gecesinde

ezgilerin sus yerinde “dillerim lal”

ahşap anılarıma dayandı yaka yıka

tüm ırmakları ateşin üstüne sal

iyi ki yarını karnında çekirdeğin

yangınların kül yerinde bir anka

 

karşı kıyıya savurun beni hemen

bu yakada kalamam bir daha

birazdan tersine esmeye başlar rüzgâr

uçurumun uç yerinde bir hezarfen

**

KIRILIŞ

ey kırılış!

seni ilk kez gevrek dal uçlarında gördüm

çılgın yellerin iki parça ettiği

 

sonra her yerde

azarlanmaların hemen ardından

buruklaşıveren çocuk yüreklerinde

 

ilk göz ağrısının

göğüs çatısına inişinde

 

bir türlü açılmayan kapıların

paspas suskunluğunda

 

eprimiş gitmiş mendillerin

soluk renklerinde

 

mektupların yanıtsız bırakılışında

 

telefonların yüzlere kapatılışında

 

ey kırılış!

seni ilk kez

çılgın yellerin iki parça ettiği

gevrek dal uçlarında gördüm

sonra her yerde

**

KUM  SAATİ

1.

ayak alışkanlığı değildi beni buraya getiren

açsın istedimdi saçlarının mimozası göğsümde

hüznün bildirisiymiş meğer omzuma düşen güz yaprağı

 

kahkahaların tam ortasından geçtimdi az önce

tatlı söyleşilerin dantellediği masaların arasından

en dipsiz kuyusuna tek başınalığın

 

2.

ben bu filmi gördümdü: boş iskemle

ne tez yitirdi pembeliğini samanlık seyran aşklar

diz dize göz gözelerden yetiremedik bitiremediklere

 

yarınlar bugünleştikçe yenisini tasarladıktı

uç vermemiş filizlerden demledikti çayımızı

sensiz daha zifirim fincandakinden

3.

beklemek biriktirmek gibi bir şeyleri

çetelesini tutmak belki eksilenlerin

tükenmek bir bakıma

 

doluyorum azar azar boşaldıkça

Exit mobile version