MURAT ÖZMEN
58 GÜN
Mustafa Kemal ile Filistin’den Anayurdun Dağlarına
Birinci Dünya Savaşı, dünyadaki olayların ilk büyük savaşıdır. Dört harf çok sürmüştür. Osmanlı Devleti, bu savaşa Almanların zorlamasıyla Çanakkale savaşlarıyla katıldı. Burada büyük kıyımlar oldu. Fransızlar ve İngilizler, büyük kayıplar kullanarak buralardan ayrılmak zorunda kalıyorlar.
Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’nda, Irak, Suriye, Filistin, Çanakkale, Kafkasya, Galiçya’da düşmanlarla, yokluklarla, hastalıkla, soğuklarla savaşmak zorunda kaldı. Ordumuz, silâh, cephane yönünden yetersizdi. Daha acısı, ordumuzu Almanlar yönetiyordu.
Bütün bunların ötesinde, İngilizler tarafından düşürülen Arap milliyetçiliği tesisleri, Faysal el-Haşimi emrindeki Arabistan kuvvetleri, Osmanlı ordusunda görevli Arap kökenli subaylar [Suriyeli Rekabizade Ali Rıza Paşa vb.], kışkırtılmış çapulcu Araplar, el-Ahd, el-Fetat gibi gizli seçeneklerin militanları, bazı Kürt aşiretleri, Ermeniler, Yahudilerin gizli güçleri, Türklere acımasızca saldırılar; kan döktüler. Faysal’ın mücadelesi, savaşta ortaya çıkmış, kin ve intikam savaşına dönmüştü.
İngilizler, işi iyice aztmışlar; Bağdat’ta, Basra’da, Şam’da, hemen hemen her yerde para dağıtıyorlar, kan çoğalmasına neden oluyorlardı. Araplar, Bağdat Demiryolunu yapan, Mekke ve Medine’yi imar etmeyen Osmanlıları unutmuşlar, yeni efendileri Albay Lawrence’ın askeri eğitimi ve yönlendirmesiyle işgalcilere maşalık ediyorlardı.
Tarih, en büyük mahkemedir. Hiçbir şeyi unutmaz hem kahramanlıklarını hem de ihanetleri yazar. Bugün tarih yazılıyor. Türk kanı akıtan Arapların o günkü efendileri, bugün de Bağdat’ta, Felluce’de Arap kanı akıtıyorlar. Tarihte Tanrı da ihanetleri unutmaz; zamanı geldiğinde hainleri cezalandırır.
“58 Gün adlı tarih romanının yazarı Mustafa Yıldırım, İskenderiye’nin dar sokaklarında başlayan, Taif, Tulkerim, Cenin, Nasıra, Nablus, es-Sait, Rayak, Baalbek, Halep, Katıma’da sürüp giden acımasız, Ortadoğu ‘nun büyük işgalini araştırırken, ‘Ulus Dağı’na Düşen Ateşi’ tutuşturan rehberleri, Filistin vadilerinde buldu. Akdeniz kıyılarından Tukan Şatosu’na yürüdü, Gerizim Dağı’nda Samarit Kızı Güzel Asu’nun sevda çığlıklarını duydu.” (Arka kapak) Bu çığlıklar, bütün Ortadoğu’yu kapladı. Bu çözümlemeler, insanlığın onurunu kurtarmak gerekiyordu.
Büyük Savaş dört yıldır sürüyordu. Alman aklıyla, ham hayaller peşinde koşan Enver Paşa‘nin talimatıyla Kanal Savaşı başlatıldı. Ahmet Cemal Paşa yenilgiye uğradı. Büyük kayıplar verdiler.
Ordularımız dağılmış, Mersinli Cemal Paşa ve Cevat Paşa , ordularını bozarak İstanbul’a gitmişlerdi. Bu bir aymazlıktı. Bu orduları toplayacak, Türklüğün onurunu kurtaracak bir komutan gerekiyordu. Bu Mustafa Kemal’di.
O, İskenderun’dan başlayarak, Nur Dağlarıyla Tel Rıfat arasını ve Musul’la Kuzeydeki dağları tutmak, İngilizlere ulaşmak istiyordu. Çünkü ordularımız çekiliyor, İngilizler onları izliyorlardı.
Bütün bu karmaşıklık içinde yazara iki kişi yolu gösteriliyordu: Bilge bir kişi ve Mustafa Kemal.
Yazar, “Issız vadilerde, gökten inen ateş altında kaldı, saklandığı kayadan doğrulup tayyarelere söylenen Mustafa Kemal’e rastladı. Şeria Irmağı’nın karanlık sularını geçti. Aclun Dağları’nda,çalı bülbülünü birlikte dinledi. Lübnan Dağı’nda, Ari istasyonunda uzun kirpikli Dürzi güzeline doğru yürüdü. Büyük işgalcilerin yalanlarının Der’a İstasyonu’nda, Barada Irmağı’nda, Halep sokaklarında kanla yıkanması, Rabua Geçidi’nde ‘korucu’ acımasızlığı yaşandı. Taif’te, ‘Ehebbüke!’ diye çığırtkan bir şekilde elde edilen gül tohumunu, Seydi Beşir kumlarında sevgiyle büyütüp Tulkerim’de, Felluce’de ağlayan küçük çatlaklar büyür.” (Arka kapak)
Bütün bunlar olurken, Osmanlı hükümetleri boş durumdaydı:
Damat Ferit ve arkadaşları “Selâmetimiz, Padişah Efendi’mizin de arzu buyurdukları gibi İngiliz himayesindedir” diyorlardı.
Amerika Başkanı Wilson da işe karışıyor: “Türklerin idaresi altında milletler kurtarılacak. Batı medeniyetine yabancı olan Osmanlı Avrupa’dan behemahal atılacaktır” diyordu.
Sait Molla’lar, Ali Kemal’ler, Şeyhülislam Sabri Efendi’ler de İngilizlerle işbirliği yapma yollarını arıyorlardı.
Devlet şaşkındı, ne üzerinde çalışılıyordu bilemiyordu. Ordular dağılmıştı. Bütün cephelerde yenilenmiştik. Kurtuluş bakımları aranıyordu. Bu durumda Mondros Mütarekesi imzalandı. (30 Ekim 1918) Bu, Osmanlı Devleti’nin İtilaf resimleriyle yaptığı silâh bırakma anlaşmasıydı. Buna göre: 1. Boğazlarımız İtilâf resimlerinin denetiminin dahil edilmesiydi. 2.Bütün silâh ve cephanemizi düşmana teslim etmektedir. 3. Askerlerimiz silâhlarını bırakacak ve terhis edilecekti. 4. Osmanlı Devleti, güncel olanın tamamen çekilmesiydi. 5. İtilâf resimleri, gerekli görülenlerde Osmanlı Devleti’nin arzu ettikleri yerlerini işgal etme hakkına sahip olacaklardı.
Hamidiye Kruvazörünün Kumandanı Osmanlı Bahriye Nazırı Miralay Rauf [Orbay] Bey, bu anlaşmayı ödemek zorunda kalmak zorunda. Ne yazık ki, anlaşma koşulları ordu komutanlarına bildirilmedi. Bu anlaşmayla Osmanlı Devleti, kendini kayıtsız şartsız düşmana teslim etmeye razı olmuştu. “Ama hanedanın İstanbul’dan Limni Adası’na, ortalama Çanakkale kıyılarına uzanan teslimiyetine karşılık ıssız ovalarda, İskenderun Limanı’nda ve Toroslar’da bir isyan ateşi yakılmıştı.” (Arka kapak) Bu, Mustafa Kemal’in ateşiydi. Bu ateş, çok kısa bir süre sonra bütün Anadolu’yu saracak, Türklüğün kurtuluşunu sağlayacak.
Mustafa Kemal ateşini yakanların ataları, yüzyıllar önce Arabistan çöllerine ve kentlerine yerleştiler. Buraları bayındır duruma getirmek için çalıştılar. Mustafa Kemal’in silâh arkadaşları, Denizlili Fahri‘ler, İznikli Hasan Tahsin‘ler, Tarsuslu Emin‘ler, buraları adım adım savundular. Gerektiğinde öldüler. Gerektiğinde kanlarını döktüler. Buraları onlar için yurttu. Buralardan hüzünle ayrıldılar. Bütün bunlara rağmen İngilizlerin, Fransızların amacı, bu yerleri sömürgeleştirmekti.
Yazar da, Mustafa Kemal’in bir silâh arkadaşı gibi onunla birlikte Filistin’den başlayarak Anayurdumuza doğru sürüp giden 58 günlük bir ölüm kalım savaşına katılmış, yurt edindiğimiz bu yerleri savunma ihtiyacını duymuştur. En sonunda bu bin yıllık yolculuklardan yorgun düşmüş, sanki elli yıl yaşamıştı. Yaşlı bilge de onu bırakmış. Artık yolunu kendisi bulacak, Mustafa Kemal’in önderliğinde yolculuğunu sürdürecekti.
Mustafa Kemal’in Toroslarda yaktığı ayrılık sıcaklıkları Anadolu’yu sararken, Osmanlı Devleti’ni kıyının kıyısına kadar gelen Enver, Talat ve Cemal Paşalar, bir Alman torpidosuyla Almanya’ya kaçıyorlardı. Mondros parasından yararlanan İngilizler, İzmir’e çıkıyorlardı. Güzel İzmir’in sokaklarında Yunan bayrakları dalgalanıyordu. Anadolu’nun yiğit delikanlıları, kahraman askerleri, Osmanlı Devleti’nin düşmanla yaptığı anlaşmayla tutsak olmuşlardı.
*
Roman, taşlı bir yolda ilerleyen küçük bir kahraman düşman askerlerince durdurulup üstünde bomba aramasıyla başlıyor. Ateş rengine bürünmüş denizde düşmek için olanca gücüyle kanat çırpan yaşlı bir leyleğin zorluklarıyla Akdeniz kıyılarında bulunduğuyla son buluyor. Tutsak Osmanlı subayları da yurtlarına kavuşmuş olmalarına karşılık, yaşlı leylek gibi yorgundular.
Yapıt, büyük bir çalışma, araştırma, inceleme ürünü.
Yazılırken çok sayıda askeri yapıt, anı, makale, harita ve fotoğraftan yararlanılmıştır. Ayrıca bazı askeri kişiler, bilgi, belge ve anılarla yapının büyümesine katkıda bulunulmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin ve Suriye’deki savaşlar, oradaki savaşların hem bir savaş tarihi hem de usta bir yazar gibi anlatılması hiç de kolay değil. Yazar, büyük bir ustalıkla bu olanları yenmiş, hatta savaşların gidişatını ilişkilerde de göstermektedir. Ayrıca Mustafa Kemal’in bu savaşlara karşı ayakta durmak için onun askeri dehasını yürütmeye çalışmıştır.
Romanda anlatılan olayların, kişilerin, yer, dağ, ırmak, ova vb. adlarının hepsi gerçektir. Halep, Şam, Filistin, Beyrut gibi yerler hem bağlı hem de coğrafyalarıyla birlikte anlatılmıştır. Buralarda yaşayan halkların politik ve ekonomik durumları, oluşturdukları uygarlıklar üzerinde de durulmuştur.
Bu topraklar, çeşitli yönlerden gelen halkların çatışmalarıyla yoğrulmuş, onların oluşturduğu uygarlıklarla tarih sahnesine çıkmışlardır. Bu nedenle buralarda hem Araplara hem de Türklere, Kürtlere, Ermenilere, Yahudilere, Hıristiyanlara rastlanır. Çıkarlar çatışması, bu halkları bir araya düşürmüş, tarih boyunca buralarda huzur sağlanamamıştır. Bu topraklar, bugün tam anlamıyla yurt olamamıştır. Çatışmalar ve huzursuzluklar sürüp gitmektedir.
Romanın sonuna kadar süren savaş haritaları, kroki ve resimler, savaşın seyrini izlemek açısından yararlı olmuştur. Araplarla yazılan yer adlarının güncelleştirilmesi gerekmektedir.
Yazar, yurtsever bir insan. Olaylar ve kişiler, coşkulu bir dille anlatılmış. Ruh çözümlemelerine ve kişi betimlemelerine çok önem verilmiştir.
Roman, duygulu anlatımı; Tarihlerde, Atatürk’ün Birinci Dünya Savaşı’na ilişkin özellikleri oldukça başarılı. Bu nedenle romanı beğeniyle okudum. Tarihimizin bir dönemi usta bir yazarımızın romanından okumak, gençlerimiz için yararlı olacaktır. Tarihimizi bilen, tarihi yapanları öğrenen, bu bilgileri genç nesillere aktaran, bir yurttaşlık görevidir.
Murat Özmen, Atatürk’le Yaşamak, Karınca Yayınları, Ankara, Haziran 2005, s. 40-44
Konu kitabı güncel basımı: Mustafa Yıldırım, 58 GÜN – Mustafa Kemal ile Filistin’den Anayurdun Dağlarına, 4. Basım, Ulus Dağı Yayınları, Ankara, 2009.
MURAT ÖZMEN
1932, Karamanlı / Burdur doğumlu. İlkokulu Karamanlı’da, ortaokulu Burdur’da, liseyi Antalya’da bitirdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. Çeşitli lise ve yüksek okullarda Türkçe ve edebiyat öğretmeniydi. Öğretmen Dünyası Dergisinin yayın kurulundaydı. 1987’de kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Türkçe tarama sözlüğünün hazırlanmasına katıldı.
Yazıları Kemalist Ülkü, Ilgaz, Öğretmen Dünyası, Kıyı, Çağır, Ankara Edebiyat gibi dergilerde yayımlandı.
Kitapları: Atatürk’le Yaşamak, Yaza Yaza Yaşamak, Karamanlılı Olmak, Evrensel Yunus Emre, Öğretmenin Dünyası, Sevgilerde Buluşmak, Vişne-Zade Mehmet İzzet Efendi
1964-1965 döneminde Denizli Lisesi’nde edebiyat öğretmenimdi.1997-2023 arasında Ankara’da 26 yıl yine öğretmenimdi. İnceydi, her yanıyla, her davranışıyla örnekti, öğrencilerine “sen” demedi, hep “siz” diye seslendi.
1964’te Denizli Lisesi, son sınıfın ilk ayında divan edebiyatı işleniyordu. Öğretmen öğrencilerin defterlerine bakarak ödevi denetliyordu. Bir öğrencisinin defteri boştu.
Öğretmen:
“Siz yapmamışsınız.” .
Öğrenci 16 yaşın hırçınlığıyla yanıtladı:
“Ben, Tevfik Fikret’e gelinceye dek ödev yapmayacağım!”
Öğretmen:
“Peki siz öyle yapın bakalım”
İki hafta sonra Öğretmen, ders bitince öğrencisini çağırdı ve gülümsedi:
“10 Kasım töreninde öğrenciler adına siz konuşacaksınız.”
Denizli Lisesinin tarihsel binası kare biçiminde bir kale gibiydi. Öğrenci, Orta Bahçede toplanan öğrencilerin, öğretmenlerin karşısında Atatürk’ü anlattı ve sözlerini Halim Yağcıoğlu’nun şiirinin ilk kıtasıyla bitirirken sesi yükseliyor, kırılıyor ve çatlıyordu:
Tükenir elbet
Gökte yıldız denizde kum tükenir
Bu vatan bu topraklar cömert
Kutsal bir ateşim ki ben sönmez
İnanın Mustafa Kemal’ler tükenmez!
Öğrenci, 29 Ekim 1997’de hazırladığı bir fotoğraf sergisiyle Cumhuriyeti kutlarken konuklarına Bağımsızlık Savaşında yaşananları anlattı. Öğretmenle öğrencisi 32 yıl sonra 29 Ekim 1997’de buluşmuşlardı.
Sonraki 26 yıl hiç ayrılmadılar. Türk Cumhuriyeti’nin yıkılmasını önlemek için kahırlarını içlerine gömerek, sağlıklarını hiçe sayarak çalıştılar. Bir türlü baş edemedikleri benzer hastalıklarıyla uğraştılar, direndiler.
2023’te dünyadan ayrılan Öğretmen, öğrencisini savaş yolunda yalnız bırakarak dünyasından. Öğrenci, Türk egemen devletin zifiri karanlıkta yıkılışıyla baş başa kaldı.
Öğretmenim Atiye Özmen’e içten sevgi ve saygılarımla.
Öğrenci
Mustafa Yıldırım