SEDAT ŞENERMEN

DİYANETİN KURULUŞU VE HALİFELİĞİN KALDIRILMASI

 

3 Mart 1934’te “Türkiye’yi Laikleştiren Yasalar” olarak da adlandırılan 429, 430, 431 sayılı üç yasa T.B.M.M.’de kabul etmiştir. Bu “Üç Devrim Yasası” Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin temelidir. Bu yasalarla cehaletin ve inkılâbların önündeki her tür engel kaldırılmış; Batı’nın iki yüz yılda gerçekleştirdiği aydınlanma, ülkemizde 15 yıl gibi çok kısa bir süre içinde “Türk Aydınlanma” hareketi olarak başlatılmış ve gerçekleştirilmiştir.

Bu yasalardan biriyle dinin, siyaset aracı olarak kullanılması ve istismarını önlemek için Diyanet İşleri Başkanlığı Kurulmuş; bir diğeriyle Genel Kurmay Başkanlığı’nın kurulmasıyla Ordu’nun siyaset dışında kalması amacı gerçekleştirilmiştir.

 

A/1. Diyanetin Kuruluşu, Kısa Tarihçesi ve Günümüzdeki Durumu

 

* 1924 yılında kurulan “Diyanet İşleri Reisliği”nin görevi,

İslâm dininin itikat ve ibadet alanıyla ilgili işleri yürütmek

Ve dinî kurumları idare etmek” idi.

* 1935 yılında teşkilat ka­nunu çıktı.

* 1950 yılında kurumun adı, “Diyanet İşleri Başkanlığı” olarak değiştirildi.

* 1965 yılında “Diyanet İşleri Baş­kanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki 633 Sayılı Kanun”, kabul edildi.

* 2010 yılında getirilen yasal düzenlemeyle,

– Baş­kanlık genel müdürlük seviyesinden müsteşarlık seviyesine yükseldi.

Aynı zamanda birçok dinî hizmetin önündeki engeller kalktı ve iki sürekli kurula ilaveten 9’u genel müdür­lük seviyesinde 14 hizmet birimi kuruldu.

Diyanet personelinin özlük hakları iyileştirildi.

Diyanet, kendi medya kuruluşlarını kurma fırsatı elde etti.

2010’dan sonra uluslararası faaliyet alanı gün geçtikçe genişledi.

* 2017 yılında İl Ve İlçe Müf­tülüklerine Evlendirme Memurluğu Görevi Ve Yetkisi verildi[1].

 

Camiler ve Din Görevlileri Haftası Programı” kapsamın­da din görevlilerini Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde misafir eden Erdoğan, “Maalesef toplumun belli bir kesimi, Diya­net İşleri Başkanlığımızın görev alanının sadece cami ile sı­nırlı olduğunu düşünüyor,” dedi ve aslında Diyanet’in insa­ni yardım çalışmalarından eğitim ve irşat faaliyetlerine ka­dar çok önemli roller üstlendiğini söyledi.[2] Diyanet’in,

– Ka­musal hayatın her alanında görev ve yetkilerinin arttığı doğ­ru.

Cami dışı din hizmetlerinin önünün açılmasıyla, faaliyetleri de artmaya başladı.

* 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı’na bağlanan kurumun,

Başta Aile ve Sosyal Politikalar Ba­kanlığı,

Adalet Bakanlığı,

Sağlık Bakanlığı,

Gençlik ve Spor Bakanlığı olmak üzere kamu kurumlarıyla imzaladığı işbirligi protokolleri çoğalıyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafın­dan hazırlanan stratejik planlarda, toplumsal sorunların çö­zümüne katkı sunmak bir sorumluluk olarak tanımlanıyor.

2019 yılında düzenlenen “6. Din Şurası: Sosyo-kültürel Değişim ve Din Hizmetleri” toplantısından çıkan kararlar, sorumluluk alanlarından bahsediyor.[3]

 

  • Sosyokültürel değişimin en fazla etkilediği alanlardan biri ailed Her geçen gün evliliklerin ve aile başına dü­şen çocuk sayısının azalması, aile içi şiddet, boşanmış ve parçalanmış aileler gerçeği bunun en açık göstergesi­dir. Başkanlık, gerek yurtiçi ve yurtdışı irşad faaliyetle­riyle gerekse de yazılı ve görsel yayınlarla aile kurumunun güçlendirilmesine yönelik sağladığı katkıları artırmalıdır.
  • Aile, toplumun temel taşıdır. Bundan dolayı İslâm; nes­li, dolayısıyla aileyi, korunması zaruri olan beş unsurdan biri olarak saymıştır. Aileyi ve aile değerlerini tah­rip eden her türlü anlayış, yönelim ve sapkın söylemler, değerlerine bağlı insanımız arasında hiçbir zaman karşılık bulamayacaktır. Dine, fıtrata, ahlâka ve toplumsal değerlere aykırı olan ve bunu ifsad eden söz konusu anlayışlara karşı Başkanlık, paydaş kurum ve kuruluşlarla işbirliğini artırarak faaliyetlerini devam ettirmelidir.
  • Başta gençlere yönelik olmak üzere inanç karşıtı akımlara karşı uyaran ve onlara verilecek cevapları içeren ya­zılı, görsel ve dijital yayınlar hazırlanmalı; bu metinler söz konusu akımları doğuran felsefî, tarihsel ve kültürel arka planı da ortaya koyucu nitelikte olmalıdır.
  • Çocuklara yönelik basılı, sesli, görüntülü ve dijital yayınlarda dinî ve millî değerleri benimsetici politikalar daha da geliştirilmeli, çocuk psikolojisi dikkate alına­rak hiçbir yayın türünde yabancılaştırıcı, fıtrata aykırı temalara ve şiddeti özendirici unsurlara yer verilmeme­lidir.[4]

 

  1. Diyanet ve İktidar Partisi Hakkında İki Değerlendirme

 

[“Biz Her Şeyiz” Diyanet’in İşleri] adlı kitabında Sn. Burcu Karakaş bu konuda, Prof.Dr. Rıdvan AKIN ile Dr. Ceren LORD’un görüşlerini keserinde kısaca şöyle örnekliyor:

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Başbakanlığının ikinci döneminden itibaren, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı (DİB) öne çıkartmaya, programlara davet etmeye başladı. Özellikle Fethullah Gülen cemaatiyle iktidarın ters düşmeye başladığı 2010’dan itibaren Diyanet’e verilen önem arttı. Zaman içinde Diyanet, si­yasal İslamcı kimlik inşasının önemli araçlarından biri haline geldi.

Prof. Dr. Rıdvan Akın, AKP’nin 2007 sonrasındaki hamlele­rini bir siyasi partinin olağan icraatları olarak yorumlamanın zor olduğunu belirterek, partinin devletleştiğini söyler. Akın’a göre, günümüz Türkiyesi’nde,

* AK Parti iktidarının hem meşrulaştırılması,

* Hem de siyasal gücün konsolidasyonu Diyanet üzerinden yürütülüyor.

* Bu bağlamda Diyanet, yeni devletin ideolojik hegemonya aygıtına dönüştürülmüştür.[5]

AKP iktida­rı döneminde, Diyanet haricinde devlet kurumlarının hemen hepsinin yürütme lehine güç kaybedip gerilediğini savunan Prof.Dr. Rıdvan Akın,

Diyanet İşleri Başkanı’nın kamusal alandaki görüntüsüy­le Meşrutiyet döneminin Şeyhülislamı rolünü üstlenmiş gibi göründüğünü,

Siyasi iktidarın dinsel politikalarından sorumlu bir aktör rolünü oynar hale geldiğini ve

Bu durumun yasalarla çeliştiğini ifade eder.[6]

Dr. Ceren Lord ise Diyanet’in sadece siyasal iktidarlar tarafından kullanılan bir araç değil, aynı zamanda sahip olduğu tarihsel ajandasını yaşama geçirmek üzere bulunduğu koşullara uyum sağlayan devletin diğer aygıtlarından farklı, özgün bir kurum olarak düşünülebileceğini, dolayısıyla genişleyen etki alanının sadece AKP dönemine ait yeni bir olgu olarak düşünülmemesi ve tarihsel süreklilik içersinde değerlendirilmesi gerektiğini savunur.[7] Ceren Lord’a göre, Diyanet’in ve dinî altyapının kurumsal olarak genişlemesi her ne kadar iktidarın Diyanet’i kullandığı ve kurumun devlet politikasının uygulanması şeklinde yorumlansa da, bu değerlendirme tek başına eksik kalıyor: Diyanet, kendi gündemini sürdürmek için iktidarın yarattığı fırsatlardan yararlanıyor ve yetki alanını artırırken din konusunda tekel olma konumunu güçlendiriyor.

Darbe girişiminden sonra Diyanet işleri Başkanlığı, Din İş­leri Yüksek Kurulu’na bağlı İnanç ve Dinî Oluşumlar Ko­misyonu tarafından hazırlanan ve basına sızdırılan “Türki­ye’deki Dinî-Sosyal Teşekküller, Geleneksel Dinî-Kültürel Oluşumlar ve Yeni Dinî Akımlar” başlıklı raporda, “Devle­te ve onun din politikalarına duyulan büyük kuşku, toplum­da kabul görmüş olan cemaat yapılarını güçlendirdi,” den­dikten sonra, cemaatlerin nasıl da okul, şirket ve holdingler vasıtasıyla rant kapısına dönüştüğü hatırlatılıyor.[8] Türkiye’nin bir an önce “Tekke ve Zaviyeler Kanunu” ile yasak­ladığı dinî yapıları yasallaştıracak çözümler üretilmesi önerisinde bulunulan raporda, cemaatlerin birer başlık altında ayrıntılı olarak incelendiğini görüyoruz. Rapor, Diyanet’in 15 Temmuz darbe girişiminden sonra işbirliği yapılabilecek cemaatleri listelediği ve tamamını “fişlediği” bir çalışma ola­rak görülebilir.[9] Diyanet, darbe girişiminden sonra din ala­nında tekel olma yolunda attığı adımları sıklaştırsa da, 2016 yılından çok önce genişlemeye başlayan yetki alanıyla kamusal hayatta söz sahibi olmaya başlamıştı.

 

  1. SALTANATIN VE HİLAFETİN KALDIRILMASI

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi 1 Kasım 1922 tarihinde (Birinci Devre 130. toplantısında) bir karar almıştı. 308 sayılı olan bu kararın birinci maddesiyle saltanatı kaldırmıştı. Kararın 2. maddesi ise şöyledir:

“2- Hilâfet Hânedanı Al-i Osman’a ait olup Halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hânedanın ilmen ve ahlâken erşad (yetişkin) ve aslâh (daha yarar) olanı intihap olunur (seçilir). Türkiye Devleti Makamı Hilâfetin istinatgâhıdır (dayanağıdır).[10]

Kararın bu maddesine göre Osman oğullarından Abdülmecit, Türkiye Büyük Meclisi’nce Halife seçilmişti. Seçimden bir süre sonra Halife, sultanlar gibi hareket etmeğe başlamış ve aşırı isteklerde bulunmuştu. Bu istekler kabul edilebilir olmaktan çıkmıştı. Bir karışıklık meydana getireceği sezildi. Bu nedenle Hilâfet /Halifelik de 3 Mart 1924 tarihinde 431 sayılı kanunla kaldırılmış oldu.

 

Halifelik Kaldırılmadan Türk Devrimi Gerçekleşemezdi

Türk Devrimi’nin ekseni laiklik olduğundan, Halifeliğin kaldırılması, yönetimin laikliği sağlayarak bu yönde en önemli gelişme oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bu önemli karar alınırken, yönetim kadar önemli ve ondan güç alan iki kurumun, yargı ve eğitimin de laik temellere oturtulmasıyla, devletin bu asal kurumlarının çağdaşlaşmayı engellemeleri son buldu. Yönetim, yargı ve eğitimin laikleştiği 3 Mart günü, Türk Devrimi’nin başladığı gün oldu.[11]

 

  1. Hilafetin Kaldırılması

 

Sultanlık devrinden Cumhuriyete herkes bilir ki bir geçiş devresi yaşadık. Bu devrede, iki fikir, iki içtihat birbiriyle durmaksızın uğraştı. O fikirlerden biri sultanlık devrinin devam ettirilmesi idi; bu fikrin taraflıları belli idi. Diğer fikir, sultanlık idaresine son vererek Cumhuriyet idaresini kurmaktı. Bu bizim düşüncemizdi.” GAZİ MUSTAFA KEMAL(1927)

 

22 Ocak 1517’de Ridaniye’de yapılan savaştan sonra Mısır yenilmişti. Bu zafer sonunda Osmanlı Sultanı Yavuz Selim, Mısır’da asılan Mısır Sultanı Tomanbay’a ihtişamlı bir cenaze alayı yaptırmış, yoksullara üç gün sadaka dağıtmıştı. Bu vesileyle Yavuz Selim, Mısır’da kaldığı sırada, Halifeliğin, şan ve şerefini kavramayacak ellerde ruhani bir reislik derekesine inmiş iken[12] Mısır’da oturan Abbasi soyundan gelen Halife üçüncü Mütevekkil Alallah’ı İstanbul’a getirmiş ve Mütevekkil’in önerisiyle halifeliği, Ayasofya Camisi’nin minberinde yaptığı bir konuşmasından sonra padişahlık unvanının yanına katmıştı.  

Osmanlı Halifeliği, tarih boyunca nazari bir unvandan başka bir kudreti temsil etmemiş, istila ve fetihler devrinin ağır yükü ve özverisi, İmparatorluğun asli unsuru olan Türk’ün üzerine yığılmıştır. Baştanbaşa harap ve bakımsız kalan Anadolu, bir devrin elem ve ıstırabını taşımış, 1918’de Osmanlı İmparatorluğu dağılıp tasfiye edildiği zaman, esasen halifeliğin de İslam topluluğunda yeri kalmamıştı. Bu lüzumsuz kurumu, emperyalist devletler, Anadolu’da doğan “Bağımsız Milli Türk Devletini” boğmak için kullanmış, istila ordularıyla birlikte, “Hilafet Ordusu” adı altında devşirdiği eşkıyayı vatan topraklarına yayarak Anadolu’yu ateş ve kana boyamışlardı. Anzavur ve Kuvayı İnzibatiye saldırılarının cinayetlerini sürdüren Halife Sarayı, beyler ve şeyhler eliyle Bandırma ve Gönen’den başlattıkları kışkırtmaları Sivas’ı da aşarak Ümraniye’ye kadar uzatmış, kurtarıcı Milli Orduyu ve Büyük Millet Meclisi’ni içinden ve arkasından vurmak istemişti.

Saray ve hükümeti, yüzyıllardan beri cahil bırakılmış halkı etkisi altında bulundurduğu gelenekten, “halife” adından yararlanarak milleti bölmekte ısrarlı idiler.

Bu canice saldırılara karşı, Mustafa Kemal, milletin tümünü kutsal bağımsızlık amacı etrafında toplamak için, milli hedeflerin birinin de halifeliği esirlikten kurtarmak amacını güttüğünü söylüyordu

Mustafa Kemal, bu isyan ve sel fırtınaları arasında, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde millete mal ettiği “Milli Hâkimiyet /Ulusal Egemenlik” inancını, 1921’de Anayasa değişikliği ile dünyaya ilan ederken, bu kararın, Halifelik ve Sultanlığın sonu olduğunu milletine kabul ettirmiş bulunuyordu: Kararda Halifelik ve Padişahlığın durumuna değinilmemekle…[13]

Cumhuriyet Devrimi’nin önemli düşünce burçlarından biri olan ve ilk Cumhuriyet hükümetlerinde Adalet Bakanı olarak da görev yapmış bulunan İslam Hukuku profesörü ve İzmir Mebusu Mehmet Seyyid Bey’in, TBM Meclisi’nde, 1 Mart 1924’te,  “Hilafetin Kaldırılması” Kanunu müzakereleri sırasında yaptığı konuşma ele alındığında “Hilafet” konusunun gerçeğini ortaya çıkar. Mehmet Seyyit Bey, Kur’an diyalektiğini çok iyi kavramış devrimci bir düşünürdür. Hilafetin kaldırılması tartışılırken yaptığı tarihi konuşma, kendisinin İslam din bilimlerine ne kadar vakıf olduğunu, düşünsel sentezler yapmadaki gücünü ortaya koymaktadır. 1924 yılında yapılan bu konuşma, daha sonra “Hilafetin Mahiyet-i Şer’iyesi” adıyla kitap halinde yayınlandı.[14]

 

(a) Halifeliğin Kaldırılması

1922’de saltanatın hilafetten ayrılarak kaldırılmasından sonra hilafet üzerindeki tartışmalar sürmüştü. 1923 yılı sonlarında Ağa Han ve Emir Ali’nin, “hilafet ve imamlığın Müslüman milletlerin itimat ve hürmetine layık olan bir mevkie konulmasını” ve böylece “Türkiye’de kuvvet ve şeref bahşedilmesini” istirham eden mektubu[15] hilafet kurumunun sistem içindeki yeri konusunda yeni bir tartışma zemini oluşturdu.[16]

Nihayet Büyük Millet Meclisi’nin 25 Şubat 1924 tarihli toplantısında İzmir milletvekili Şükrü Saraçoğlu tarafından, ‘siyasetle dinin ayrılması’ ve Manisa milletvekili Vasıf tarafından, ‘halifenin tahsisatı’ konularında verilen teklifler tartışmaya açıldı.[17]

Büyük Millet Meclisi’nin 1 Mart 1924 tarihindeki açılışında konuşan Mustafa Kemal, üç ana konu üzerinde durdu:

Cumhuriyetin korunması ve istikrara kavuşturulması,

Birleştirilmiş bir milli eğitim sisteminin kurulması,

– ‘Diyaneti İslâmiyeyi, asırlardan beri müteâmel olduğu veçhile bir vasıta-i siyaset mevkiinden tenzih ve îlâ etmek’ ihtiyacı.[18]

Hemen ertesi, yani 2 Mart 1924 günü Halk Fırkası toplantısında, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in teklifleri tartışıldı ve aralarında hilafetin ilga edilmesi hükmü de yer alan kanun teklifleri 3 Mart 1924’te Büyük Millet Meclisi’ne sunuldu.

Urfa milletvekili Şeyh Saffet ve 53 arkadaşı, Meclis’e halifeliğin kaldırılmasını öngören bir kanun tasarısı götürdüler.[19]

Meclis’in 3 Mart 1924 günü yapılan ve hilafetin kaldırılması teklifinin görüşüldüğü oturumun sonunda kürsüye gelen Adliye Vekili Seyyid Bey, saatlerce süren[20] çok uzun bir konuşma[21] ile kanun tasarısının öngördüğü hilafetin kaldırılması kararının şer’î dayanaklarını, tamamen bilimsel bir üslup içinde Millet Meclisi kürsüsünde dile getirdi.

Hilafetin kaldırılması gibi hassas bir konuda Meclis’in oy birliğiyle karar alması, alınan kararın sonuçları açısından önemliydi.[22] Seyyid Bey’in konuşması hiç olmazsa Meclis’te böyle bir havanın oluşmasına hizmet etmiş görünmektedir.[23]

 

(b) Seyit Bey’e Göre Hilafet Konusu Dünyevî Bir Meseledir

“Önceden şu yönü arz edeyim ki ‘halifelik’ meselesi, dinsel olmaktan çok dünyasal bir meseledir. Ve inanma (itikatla ilgili) meselelerden değil, millete ait haklar ve kamu menfaatlerinden biridir; inançla ilgisi yoktur. Gerçi inançla ilgili yazılan İslami eserlerle de bu konudan uzun uzadıya söz edilmektedir. Fakat bu, hilafet meselesinin İslami inançlarından sayıldığı için değildir. Belki bu mesele hakkında sonradan oluşan bir takım hurafe ve batıl fikirleri iptal etmek ve reddetmek içindir. Bu noktayı İslam bilginleri kitaplarında açıklıkla gösterirler.”[24]

 

  1. Mustafa Kemal Halifeliği Nasıl Çözüme Bağlamıştı?

 

Mustafa Kemal, “Halifelik” sorununu iki aşamada çözüme bağladı:

Önce siyasi bakımdan çözümledi.

Sonra onu asıl hak ettiği konuma yükseltti.

Esasen Halifeliğin iki sebepten dolayı resmî bir niteliği yoktu:

* Halifelik tarihte hiçbir zaman merkez olma niteliği kazanmamıştır;

* Halifelik, hükümetten ayrı bir kurum değildir. Yetkileri dinsel değil, siyasaldır.

Mustafa Kemal bu görüşünü 16/17 Ocak 1923’de gazetecilere İzmit’te verdiği mülakatta şöyle açıklamıştı:

Biz halifelik sorununu önce siyasi bakımdan hallettik. Dedik ki, dünya yüzünde bağımsız ve yeni bir Türkiye devleti vardır ve devleti kuran milletin bir Türkiye Büyük Millet Meclisi vardır. Milletin, ülkenin biricik gerçek temsilcisi bu meclistir. Türkiye devletinin başkanı da vardır. Bu şekil bilimseldir, şeriata da uygundur. Özel­likle hem devletin bağımsızlığını en iyi koruyabilecek, hem de milli egemenliği somutlaştırabilecek bir şekildir. Türkiye devleti başka bir makam tanımaz. Aslında başka bir makam da yoktur, yani hilafet makamının resmî durum ve niteliği yoktur.”[25]

 

Mustafa Kemal, Hilafet Makamının Resmî Bir Konumu Olmadığını İki Yönden Kanıtlamaktadır.

Birincisi, tarihtir.

Eğer hilafet demek bütün İslam âlemini kapsayan bir idare noktası demekse, tarihte bu, hiçbir zaman olmamıştır. Bütün İslam âleminin tek bir noktadan, halife adında bir adam tarafından sevk ve idaresi fiilen olmuş değildir. Bundan sonra da bütün İslam âlemini hilafet makamı adı altında bir noktaya bağlayarak idare etmenin mümkün olabileceğini kabul etmek doğru olmaz. Şimdi Mısır Müslümanları, Hint Müslü­manları, Türk Müslümanları, Batı Müslümanları… Müslümanların hepsi kendi çevresinin koşullarına ve kendi çevresinin geleneklerine bakmayacak ve ümmet adı altında bir noktaca birleşebilecek… Bunun mümkün olduğunu düşünmek doğru bir şey değildir.

Diğer bir prensip şer’an, din bakımından hilafet denilen şey yoktur.

Bilindiği gibi bir defa Peygamberin kendisi demiştir ki, Benden otuz yıl sonra krallıklar olacak. Bu bir hadistir. O halde hilafet vardır, hilafet olacaktır, hilafet devam edecektir demek, Peygamber hadisine aykırı bir şeyin gerçekleşmesini istemek demektir. Diğer bir husus, örneğin, Ömer halife olduğu zamanda kendisine Halife-i Resûlullah demişler. Kendisi ilk hutbesinde demiştir ki, “Böyle bir sıfat bende yoktur ve olamaz. Böyle bir sıfat yoktur, halife yoktur. Siz müminlersiniz ve ben de sizin emirinizim.” Zaten Peygamber’in vefatından sonra halife seçimi için kimsenin aklına bir fikir gelmemiş. Hilafet adı altında ortaya çıkan oluşumlar  emirliktir ve bu bir hükümetten ibarettir. Yani hilafet demek hükümet demektir. Hükümet demek olunca, hükümetin nasıl olması gerektiği söz konusu olur. Yani şeriat esaslarında şu veya bu şekilde bir hükümet tespit edilmiş midir? Biliyorsunuz ki, böyle bir şey tespit edilmemiştir. Yalnız dini esaslarda yönetimin ne gibi noktaları içermesi gerektiğine dair kesin bir beyanat vardır.”[26]

 

İslam esaslarında yönetimin şekli değil, hangi hususları içermesi  gerektiği belirtilmiştir. Şöyle ki, bir toplumun işlerini idare edecek bir hükümetin şûrası olacaktır. Ve o şûra, tam adaletle iş yapmış olursa, dine ve şeriata tam uygun bir hükümet olur. Ulü’l emre itaat esastır. Ulü’l emir’den maksat  âmirlerdir. Âmirler demek uz­manlar, bilgili kişiler demektir. Dolayısıyla, bu sıfatı taşıyan insan­lardan meydana gelen bir şûra, adalet çerçevesinde ve şer’in arzu ettiği derecede hükümet icra eder. Bizim hükümetimiz bu hususları tamamen içerebilir, buna göre başkaca halife söz konusu ola­maz.”[27]

 

  1. Halifelik Neden Kaldırılmıştı?

Halifeliğin Kaldırılmasının Sonuçları

 

Laiklik ilkesinin bir gereği olarak gerçekleştirilen Halifeliğin kaldırılması, Türkiye Cumhuriyeti’nde gerçekleştirilen en önemli devrimlerden bir tanesidir. Saltanatın kaldırılmasının ardından yapılacak olan inkılâpların önünde büyük bir engel olarak görüldüğü için Halifelik kaldırıldı?

 

Halifelik Neden Kaldırıldı?

3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan bir kanunla kaldırılan Halifeliğin kaldırılma nedenleri şu şekilde sıralanabilir:

  • Saltanatın kaldırılmasının ardından eski rejim yanlılarının Halifelik makamı etrafında toplanmaları.
  • Bazı meclis üyelerinin halifeyi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden üstün görmeleri.
  • Halifelik makamının ulusal egemenlik anlayışına aykırı bir kurum olması.
  • Halifeliğin çağdaşlaşma ve laik bir devlet kurma önünde büyük bir engel olarak görülmesi.
  • Son halife Abdülmecid Efendi’nin padişah gibi davranması.

 

Peki, Halifeliğin kaldırılması hangi ilkeye bağlıdır?

3 Mart 1924 tarihinde Halifeliğin kaldırılması Laiklik ilkesi doğrultusunda gerçekleştirilmiş bir inkılâptır.

 

Halifeliğin Kaldırılmasının Sonuçları

  • Laiklik ilkesinin en büyük adımlarından biri atılmıştır.
  • Gerçekleştirilmesi düşünülen devrimlerin önündeki en büyük engel ortadan kaldırılmıştır.
  • Cumhuriyet’in temeli sağlamlaşmış ve eski rejim yanlılarının en büyü dayanağı yok olmuştur.
  • Ümmetçilik anlayışı sona ermiş ve ulusal egemenlik anlayışı güç kazanmıştır.
  • Milliyetçilik anlayışı güçlenmiş ve dış politikada tam bir bağımsızlık sağlanmıştır.[28]

 

Laik bir devlet oluşturmanın ve yapılacak andınlanma devrimlerinin önündeki en büyük engel olarak görülen “Hilafetin Kaldırılması”nın yüzüncü yılında, konuyu yeniden Kuvayı Milliye ve Milli Egemenlik Ruhu ile yeniden düşünmenin Sizce de tam zamanı değil mi?

 

Kaynakça

[1] Burcu KARAKAŞ, “Biz Her Şeyiz” Diyanet’in İşleri, İstanbul, 2021, İletişim Yayınları, s.31.

[2] https://www.iletisim.gov.tr/turkce/haberler/detay/cumhurbaskani-erdogan-turkiye-yabanci-karsitligi-islam-dusmanligi-kulturel-irkcilik-ve-asirilikla-mucadelede-batili-ulkelerin-en-buyuk-imkanidir

[3] Burcu KARAKAŞ, “Biz Her Şeyiz” Diyanet’in İşleri, s.32; https://kurul.diyanet.gov.tr/Duyuru-Detay/Duyurular/630/vi–din-surasi-kararlari

[4] Burcu KARAKAŞ, “Biz Her Şeyiz” Diyanet’in İşleri, s.32.

[5]https://dosya.gsu.edu.tr/docs/hukukfakultesi/tr/fakultedergisi/GSUHFD-2020-2.pdf

[6] Burcu KARAKAŞ, “Biz Her Şeyiz” Diyanet’in İşleri, s.29.

[7] Bkz. Dr. Ceren LORD, Cumhuriyet’in Doğuşundan AKP’ye Türkiye’de Din Siyaseti, (Çeviren: Sami OĞUZ), İstanbul, 2024, İletişim Yayınları.

[8], [9] Burcu KARAKAŞ, “Biz Her Şeyiz” Diyanet’in İşleri, s.-29-31.

[10] TBMM Zabıt Ceridesi, Cilt: 24, s.328.

[11] Seçil Karal AKGÜN, Halifeliğin Kaldırılması ve Lâiklik, İstanbul, 2006, 2. Baskı, Temel Yayınları, s.9.

[12] Bu nitelendirme Osmanlı tarihlerinde yer almaktadır.

[13] Naşit Hakkı ULUĞ, Halifeliğin Sonu, İstanbul, 1975, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s.10-11.

[14] Yaşar Nuri Öztürk, İslam Nasıl Yozlaştırıldı? (Vahyin Dininden Sapmalar, Hurafeler, Bid’atlar), İstanbul, 2000, Yeni Boyut Yayınları, s.13.

[15] Mektubun tam metni 5 Aralık 1923 tarihli Tanin ve İkdam ile 6 Aralık 1923 tarihli Tevhidi Efkâr gazetelerinde yayınlanmıştır.

[16] Sami ERDEM, Seyyid Bey: Hayatı ve Eserleri, (Türk Hukuk ve Siyaset Adamı Seyyit Bey Sempozyumu 16.Mayıs.1997), İzmir, 1999, İzmir D.E.Ü, İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, s.18.

[17] Gotthard JASCHKE, Yeni Türkiye’de İslamlık, Ankara, 1972, Bilgi Yy, s.125.

[18] Bernard LEWİS, Yeni Türkiye’nin Doğuşu, (Tercüme: Metin KIRATLI), Ankara,1984, TTK Yayını, s.263.

[19] TBMM Zabıt Ceridesi, cilt: 7, s.28.

[20] Cemal KUTAY, Türkiye İstiklal ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi, İstanbul, 1962, cilt: XX, s.11357. Burada C. Kutay, “Meclis’in yedi saat aralıksız olarak Seyyid Bey’i dinlediğinden” söz etmektedir.

[21] “Hilafetin Mahiyyeti Şer’iyyesi” adıyla kitaplaşan bu konuşmada Seyyid Bey (1873-1925),  milli hâkimiyet ilkesinden hareketle “hilafetin kaldırılmasının şeriat açısından hiçbir mahzur taşımadığını’ savundu. Seyyid Bey’in bu konuşması için bakınız:

– SEYYİD Bey, “Hilafetin Mahiyyeti Şer’iyyesi” Ankara, (1924, TBMM’nin 3 Mart 1340 tarihinde münakit ikinci içtimaında irad olunan nutuk), Türkiye Büyük Millet Meclisi Matbaası, 61 sayfa.

Hilafet ve Hâkimiyeti Milliye, Seyyid Beyin TBMM’de yaptığı konuşmasından bir yıl önce, (muhtemelen Ankara’da) isimsiz olarak yayınlanan risale. Bunun için bakınız: M. Sait TOPRAK, Hilâfet ve Hâkimiyet-i Milliye, Türk Hukuk ve Siyaset Adamı Seyyit Bey Sempozyumu İzmir, s.168-229.

Hilafetin Mahiyyeti Şer’iyesi, (Bugünkü Dile Çeviren: Suphi MENTEŞ), İstanbul, 1969, Menteş Kitabevi, s.7-62.

– İsmail KARA, Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi (Metinler, Kişiler) I, İstanbul, 1987, 2. Baskı, Risale Yayınları, s.179-220.

Türk Hukuk ve Siyaset Adamı Seyyit Bey Sempozyumu İzmir, (16.Mayıs.1997), 1999, İzmir, D.E.Ü, İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları.

– Yaşar Nuri ÖZTÜRK, İslam Nasıl Yozlaştırıldı? s.14-33.

[22] Sedat ŞENERMEN, Atatürk, İslam, Laiklik Ve Halifeliğin Kaldırılması, İstanbul, Nergiz Yayınları, s.318-323.

[23] Seçil Karal AKGÜN, Halifeliğin Kaldırılması ve Laiklik (1924-1928), Ankara, 1986, Turhan Kütüphanesi, s.188.

[24] SEYYİD Bey, “Hilafetin Mahiyyeti Şer’iyyesi”, s.6.

[25], [26] [27] Prof.Dr. Cihan DURA, ATANAME, İstanbul, 2017, Nergiz Yayınları, s.647, s.648, s.649.

[27] https://www.haberturk.com/halifelik-neden-ve-ne-zaman-kaldirildi-halifeligin-kaldirilmasi-hangi-ilkeye-baglidir-hteg-3531919?page=2

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Uyarı: Korumalı içerik !!

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.