Site icon Söz Gazetesi

ATATÜRK VE TÜRK KADINI

Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir.

Ey Kahraman Türk Kadını!

Sen, yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.ATATÜRK

 

  1. Atatürk’ün Türk Kadınına, Ana Sütü Kadar Helâl Olan Haklarını Vermesinin Nedeni

Kastamonu Satı Köyünden Şehit Şerife Bacı

 

Dünya Kadınlar Günü, bütün dünyada kutlanan bir gün olarak evrensel bir değer taşımaktadır. 1857 yılında ABD’nin New York kentinde gerçekleşen işçi kadınların protestoları nedeniyle gündem olan ve yapılan müdahaleler nedeniyle öldürülen kadınların da hakkının savunulması gereken bir gün olarak tarihe geçmiştir.

Toplumda kadının değeri yapıcı ve temel bir durumdadır. Bu pozisyonun değişmesi mümkün değildir. Kadınlar toplumu meydana getiren ana unsurlardır. Toplumun bir arada birlik ve beraberlik içinde, barış ve huzur ortamında yaşaması, başarıların sağlanması, değerlerin korunması gibi durumlar kadınların varlığı ve ailedeki rolüyle korunmaktadır.

Yüce Allah’ın insan yaratma eylemini anne rahminde sürdürüyor olmasının kadının öneminin bir tanrısal tescilidir.

Buna rağmen Ortadoğu’da kadını “kuluçka makinesi” gibi gören ve onu yaşamdan eve kapatarak koparmaya çalışan bir ilkel, çağdışı zihniyetin hâlâ hüküm sürdüğü görülmektedir. Bunun çarpıcı bir örneği olarak 23 Aralık 2015 tarihinde Suudi Arabistan’da Fahd El-Ahmedî’nin konuşmacı olarak katıldığı “Kadın İnsan mıdır?” konulu bir seminer düzenlendiği[1] bilinmektedir.

Bu seminerden yüz yıl önce Türkiye’de durum ise çok farklıdır. Şöyle ki:

Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir” diyen Atatürk’ün, daha 1916’da “Kadın insandır ve aklı başındadır” ifadesiyle de konuyu ne kadar önemsediği ve değer verdiğinin açık bir göstergesidir.

Atatürk’ün Türk Kadınına, ana sütü kadar helâl olan haklarını vermesinin nedeni, sadece bir hak teslimi değildi. Yüce milletimizin onlara olan bir şükran borcunun da ödenmesiydi. İşte bu şükran borcunu oluşturan olaylardan tarihi bir örnek:

 

  1. Dünya Kadınlar Gününde Örnek Bir Türk Kadını

Kastamonu Satı Köyünden Şehit Şerife Bacı

 

“1921 yılının Şubat ayı çok yaman ve zorlu geçi­yordu. Birdenbire bastıran kar, yolları kapıyor, cepheye giden taşıt kolları, geceye kalmadan yakın hanlara sı­ğınmak zorunda kalıyorlardı. İşte böyle fırtınalı, tipili bir gecede, cephane yüklü bir kağnı arabası, Kastamonu kışlasının ancak önüne kadar gelebilmişti. Gelebilmişti ama görünümü, insanı dehşete düşürüyordu: Bir kar tümseği içinde geviş getiren bir çift öküz ve hemen ar­kasında yine kar örtüsü altında hayal meyal sezilen bir insan…”

“Bu tablo, genç bir Türk anasının idare ettiği ve cepheye mermi taşıyan bir kağnı idi. Ve genç kadın, kutsal yükünün başında donmuştu…

“Bu her nasılsa kafileden, taşıt kolundan geri kalmış genç bir Türk ana­sının Tanrı katına ulaşmasının destanıydı. Aziz Türk anası, cephane yüklü kağnısı ile kar tipi demeden, ölü­me meydan okuyarak kışla önüne kadar gelebilmiş ve şehrin girişinde, şose kenarında donmuştu. Arabadaki kıymetli yükü korumak için üstüne yorganını örten bu genç kadın, bir eliyle üvendire tutuyor diğer eliyle de yorganın üzerine yaslanmış hareketsiz ve sessiz duruyordu.”

 

“İşte bu korkunç manzarayı ilk gören şahsın ilgili­lere haber vermesi üzerine Menzil Mıntıka Komutanı olay yerine iki çavuş göndermiştir. Olay yerine gelen çavuşlar şehidin üzerindeki karları temizlemiş ve onu kollarından ve ayaklarından tutup kaldırırken, yorganın altından gelen bir çığlıkla irkilmişlerdir. Bu çığlık, şehit Türk anasının yorgan altında koruduğu yavrusunun çığ­lığı idi. Çocuk varlığını haber veriyordu. Bu durum kar­şısında şehit ana, saygıyla bir yana konmuş ve yorgan hafifçe açılmıştır. Görülen tablo şudur: Otlara sarılı top mermileri arasına yerleştirilmiş çulların içinde kun­daklı bir kız çocuğu… Uyanmış ve anasının sütünü isti­yordu…

Cephanesi ve yavrusu uğruna kendini feda eden bu kahraman anayı ve yavrusunu gören Mıntıka Menzil Komutanı Osman Bey, herkesi bir dakikalık saygı duruşuna davet ettikten sonra, gözleri yaşararak ve dudak­ları titreyerek ancak şu sözleri söyleyebilmiştir:

Türk kadını, dünyada misli bulunmayan kahraman bir anadır. Arkadaşlar!.. Milli Mücadeleyi kazanacağımızın en bü­yük delili, işte önümüzde yatan, biri ölü, biri diri, kutsal bu iki varlık ve benzerleridir.[2]

Destanını okuduğunuz bu şehit Türk anası, Kastamonu İlinin Devrekâni İlçesinin, Seydiler Bucağının, Satı Köyünden Şerife’dir. Şerife’nin kağnı arabasında ağlayan yavrusunun adı da Sıdıka’dır ve 1950’li yıllarda rahmetli olmuş, Tanrı katına ulaşan anasına kavuşmuştur. Şehit Şerife Bacı’nın şahsında, Kurtuluş Savaşı’na katılan özveri ve örnek alınacak kahramanlıklarıyla Misak-ı Milli sınırları içindeki bu coğrafyayı vatanlaştıran bu yüce ruhlu tüm Gazi ve Şehit Türk Kadınları önünde minnet, saygı, takdir ve teşekkürle eğilmek her Türk için bir iman ve vatan borcudur. Ruhları şad, mekanları cennet olsun!…

 

  1. Kadın İnsandır Ve Aklı Başındadır.”

 

Yüce Allah’ın yaratmış olduğu erkek, ne kadar insan ise, kadın da o kadar insandır. Öncelikle bunun altının çizilmesi gerekiyor. “Çok tanrılı ve çok karılı” toplumlarda kadının, insan olarak kabul edilmeyişi, erkeğin tutsağı/kölesi şeklinde muhatap alınması bu gerçeği asla değiştiremez.

Yaratan Allah, kadın ve erkeği iki amaç için yaratmıştır:

(1) Sadece Allah’ın buyrukları, evrensel değerleri önünde boyun eğmek; her tür yardımı da sadece O’ndan istemek.

(2) Evreni ve insanı bir kitap gibi okumasını öğrenerek yaratılış yasalarını, doğanın kanunlarını keşfetmek; yeryüzünü mamur hâle getirerek yaşarken yaşatan uygarlık kurmak. Kısaca içindeki varlıkları ehlileştirerek evrene egemen olmak.

Bu iki kutsal görev ve sorumluluğu yerine getirebilmesi için Yaratan Allah, kadını ve erkeği;

(a) Allah’a karşı âciz,

(b) Evrene karşı güçlü yaratmış, donatmıştır ki kadın ve erkek her biri;

Allah’a karşı aczini idrak ederek sadece O’na boyun eğmeyi, teslim (İslam) olmayı başarabilsin.

Evrene karşı gücünü ispat ederek bilim, yaşarken yaşatan bir uygarlık ve teknoloji üretmeyi gerçekleştirebilsin.

Yüce Allah, kadın erkek her insana;

* Beynin % 10’undan oluşan olumsuz güç/akli meleke,

* Beynin % 20’sinden oluşan duygusal beyin,

* Beynin % 70’sinden oluşan potansiyel selim akıl vermiştir.

Ayrıca kadın erkek her insanı,

Hem olumsuzluğa /fücûra /şerre /batıla /şirke,

Hem de olumluluklara /takvaya /hayra /hakka /tevhide yetenekli kılmıştır(Bkz. Şems/8).

Kadın erkek her insanın beynindeki mantıklı sistematik, analitik düşünmeyi gerçekleştirecek selim aklını (Neo-Korteks) doğru kullanabilmeyi ve evreni tanımayı/anlamayı öğreten kılavuz olarak da Yüce Allah, kitap/vahiy göndermiştir.

Ayrıca kadın erkek her insanı irade sahibi kılmış ve bu dünyada özgür bırakmıştır(İnsan/3). Hesap ve sorgulamanın öteki âlemde olacağını yasalaştırdığı için, bu dünyada dayatma /zorlama yoktur(Bakara/256).

İşte “erkek ne kadar insan ise, kadın da o kadar insandır”, ifademizle anlatmak istediğimiz budur.

Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde hâlâ “kadın insan değildir” konulu toplantılar düzenleyerek burada Suud ailesi adına konferans vermek, Kur’an’ın buyruğu değildir. Böylece kendilerinde İslam adına dini kurallar koyma yetkisi görenler, Allah’ın dininden bu tür iktidar dayatmalarına asla referans bulamazlar.

 

  1. Cumhuriyetin Kuruluşundan İtibaren Türkiye’de Kadın Erkek Eşitliğine Yönelik Kadın Hakları Konusunda Neler Yapılmıştır?

 

Kadını,

* İnsan olarak kabul etmeyen bir zihniyetten,

*Kadının insan olduğunu”,

* Ona, doğuşundan itibaren erkekler kadar liyakatli ve hak sahibi olduğu tüm insani, medeni, hukuki, sosyal, siyasal haklarını vererek

* Kadını layık olduğu konuma ulaştırmak Atatürk’ün önemle ve öncelikle ele aldığı konuların başında geliyordu.

Bu kadın hakları, önce eğitim ve öğretim alanında verilerek, kızların da erkek çocukları kadar “beyin/akıl eğitimi” ile zihinsel gelişme konusunda eşit haklara sahip olmasını gerektiriyordu. Öncelikle 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan başta Tevhid-i Tedrisat /Öğretim Birliği yasalarıyla birlikte oluşan Atatürk Devrimleri içinde kadın hakları devriminin de temelleri atılmıştır.

Hukuki alandaki haklar konusunda ise,  her şeyden önce 1926 yılında İsviçre Medeni Kanunu’nun kabul edilmesiyle kadına en temel sosyal haklar verilmiştir.

Sıra siyasal haklara gelmişti.

1930 ve 1934 yıllarında kadınlara seçme ve seçilme hakkı da verilecek, böylece demokrasinin önkoşullarından biri daha gerçekleştirilmiş olacaktı.

Atatürk Türkiye’si, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verme konusunda Avrupa’da 7. dünyada 12. sıradaydı.[3]

Atatürk’ün Vatandaş İçin Medeni Bilgiler[4] kitabında yer alan kadın haklarına yönelik düşüncelerini özetlemek gerekirse:

* Kadının siyasal yetersizliğine mantıklı bir neden yoktur.

* Erkeklere ilk öğüdü, ilk eğitimi veren ve onun üzerinde ilk analık güç ve etkisini kuran kadındır.

* Kadının genel ve siyasal görevleri yerine getirmeye yeteneği olmadığını kanıtlamaya imkân yoktur.

* Bugün çeşitli ülkelerde çok sayıda kadın milletvekili, bakan, elçi olmak hakkına sahip bulunmaktadır.

* Kadınlar ancak siyasi eğitime sahip oldukları zaman gerçekten özgür olduklarını hissedebilirler.

* Kadın, seçmek ve seçilmek hakkını elde etmelidir. Çünkü demokrasinin mantığı bunu gerektirir.

* Aklı başında her birey kişiliğini koruma ve sürdürebilmek için bir siyasi iktidarla donanmış olmalıdır. Kadın insandır ve aklı başındadır.

* Millet bireyleri birbirine danışmalıdırlar. Kadın milletin üyelerindendir.

* Cumhuriyetimizin siyasi rejimi eşitlik ilkesine dayanır. Seçim sandığı önünde oy vermekte okuyup yazması olmayan ile bir devlet adamı eşittir. Kadın niçin bu eşitlik dışında tutulsun?

* Kadında adalet duygusu vardır. Kadın tutumludur, barışseverdir. Milli emek ve gayrette kadının payını değersiz görmek hakkı kimseye verilmemiştir.

Atatürk’ün gerçek demokrasiye katkısının en açık kanıtlarından biri O’nun kadın hakları devrimi idi.

Kadın erkek eşitliğinin olmadığı,

Kadınların toplumsal yaşamdan,

Siyasal yaşamdan dışlandığı bir toplumda gerçek demokrasinin kurulması olanaksızdır.

Kadın erkek eşitliği mücadelesi,

* Hem demokrasi,

* Hem laiklik mücadelesidir.[5]

Laiklik mücadelesiydi, çünkü yüzyıllar boyunca dünyada kadın, sözüm ona dinsel nedenlerle toplumsal ve siyasal yaşamdan dışlanmıştı. Kadınların toplumsal ve siyasal yaşama katılması, her şeyden önce kadını bağlayan dinsel zincirlerin kırılmasına bağlıydı.

 

  1. Bugün Yapılması Gereken, Kadını Aklı Başında Bir İnsan Olarak Görmek, ATATÜRK’ÜN Onlara Sağladığı Hakları Kullanabilir Hale Getirmek, Cumhuriyetin Kurucu Âyarlarına Dönerek Toplumda Kadınların Layık Oldukları Yerde Bulunmalarını Sağlamaktır

 

Milli Mücadelenin başlangıcının 105. yılında ülkemizde Kadın Hak ve Özgürlükleri’nin Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimlerin çok gerisinde kaldığı görülen bir gerçektir.

Bugün yapılması gereken, kadını insan olarak görmeyen bir zihniyetten “kadının insan olduğunu”, ona doğuşundan itibaren erkekler kadar liyakatli ve hak sahibi olduğu tüm insani, uygar, çağdaş, hukuki, sosyal, siyasal haklarını (sadece kâğıt üzerinde değil uygulama ortamı ve iklimini oluşturup) vererek, kadını layık olduğu konuma ulaştırmak hem de Atatürk’ün verdiği önem ve öncelikle gerçekleştirmek ülke gündeminin birinci sırasında olmalıdır.

 

Her konuda olduğu gibi “kadın” konusunda da Atatürk’ten öngörülü özdeyişlere bugün de uygulamak üzere çok ihtiyacımız var:

Bizce, Türkiye Cumhuriyeti anlamınca kadın, bütün Türk tarihinde olduğu gibi, bugün de, en saygın düzeyde, her şeyin üstünde yüksek ve şerefli bir varlıktır.”[6]

 

Kadın varlığı, ulusun binbir noktadan temelidir! Artık, kadını süs tanımak fikrini tazelemek doğru değil!”[7]

 

Erkeklere ilk öğüdü, ilk eğitimi veren ve onun üzerinde ilk analık egemenliğini ve etkisini kuran, kadındır.[8]

Pek yakın bir gelecekte, kadının her anlamıyla erkekle eş olacağı bir dünya doğacaktır.”[9]

 

Ülkemizin dışarıdan görünüşü ne idi, Atatürk’ün Türk Kadını için neler yaptığını açıklayan Batı’dan iki örnek verelim:

Dünyanın en sağlam aile ocağı doğdu ve bu varlık hiçbir milletin tarihinde görülmemiş şekilde umumi hayatı inşa etti. Türk milletinin aile nizamını elinden alınız geride çok bir şey kalmaz.” Prof. Gaston Jezz

 

Hazreti Muhammed’in Kadın Haklarıkonusundaki devrimleri nerede bitiyorsa, Atatürk orada başladı. () İsviçre Medeni Kanunu’nun kabulü ile kadını bağlayan zincirler düştü ve Peygamber’in tasarladığı kadın erkek eşitliği gerçekleşti.” Prof.Dr. Vera Flory ELİZABETH [10]

 

Sedat Şenermen

 

Kaynakça

[1] (http://odatv.com/kadin-insan-midir-2902161200.html

(Son erişim, 17 Kasım 2016)’den aktaran: Sinan MEYDAN, 1923 Kuruluş Ayarlarına Dönmek, İstanbul, 2017, İnkılâp Yayınları, s.413.

[2] Bkz. Sedat ŞENERMEN, Atatürk Ve Türk Kadını, İstanbul, 2018, Nergiz Yayınları. [3] Türkiye; Yeni Zelanda, Avustralya, ABD, Kanada, Güney Afrika Cumhuriyeti, Finlandiya, Danimarka, İzlanda, Rusya, Avusturya, Almanya ve İngiltere’den sonra; Fransa (1944-1945), Belçika (1944), İtalya (1946), Japonya (1945), Çin (1947), Hindistan (1950), İsviçre (1971)’den önce kadınlarına seçme ve seçilme hakkı vermişti. ( Sinan MEYDAN, Akl-ı Kemal, İstanbul, İnkılâp Yayınevi, s.462; S.MEYDAN, 1923 Kuruluş Ayarlarına Dönmek, s.412) [4] Mustafa Kemal ATATÜRK, Medenî Bilgiler Türk Milletinin El Kitabı, (Atatürk’ün El Yazılarından Yayına hazırlayan: Prof.Afet İNAN), (Günümüz Türkçesi: Neriman AYDIN), İstanbul, 2008, Toplumsal Dönüşüm Yayınları. Bu kitap;

(1) Öğretmen Afet İNAN tarafından hazırlanan “Vatandaş İçin Medenî Bilgiler” ve

(2) Şirketler ve Bankalarla eski Kapitülasyonlar, siyasi partiler ve aile konularını içeren ve Recep PEKER tarafından yazılan kitabı da içermektedir.

[5] Sinan MEYDAN, 1923 Kuruluş Ayarlarına Dönmek, s.413. [6] Perihan Naci ELDENİZ, TTK Belleten, Cilt: XX, Sayı: 80, Ankara, 1956, s.740. [7] Müjgân CUMBUR, ATATÜRK’ÜN El Yazısıyla Kadınlar Hakkında Düşüncesi, Türk Kadını Dergisi, Sayı: 6, 1966, s.19. [8] Prof. A. AFETİNAN, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Ankara, 1969, TTK Yayını, s.89. [9] Prof. A. AFETİNAN, Atatürk’ten Hatıralar ve Belgeler, Ankara, 1959, Türkiye İş Bankası Yayınları, s.58. [10] H. Fethi, GÖZLER, Atatürk İnkılâpları, Türk İnkılâbı, İstanbul, 1985, s.45.

 

 

Exit mobile version