Lisan-ı Osmaniyi gerekmedikçe kullanmayı sevmem.
Bazen öyle vakitler oluyor ki birilerinin daha iyi anlayabileceğini varsayarak bu terimleri kullanmak zorunda kalıyorum.
Birileri hemen çıkıp: “ Nedir bunlar? Nereden çıktı bu Kıyamet-i Suğra?” diyecekler.
Ve müstehzi (alaycı) tavırlarla dudak bükecekler. Bükmesine bükecekler de adım gibi biliyorum ki lügat açıp öğrenmeye de gayret edecekler.
Evvelinde; Kıyamet-i Suğra İslami bir terimdir. Bir anlamda küçük ölüm diyebiliriz. Ya da bazı yorumculara göre herkesin kendi ölümü demektir.
Tarihe baktığınız zaman da 1509 da meydana gelen Büyük İstanbul depremi için kullanılmıştır. Bilinen ilk Deprem vergisi 10 Eylül 1509 İstanbul depreminin büyüklüğü kesin olarak bilinmemektedir. Ancak bazı kaynaklarda büyük yarıkların açıldığı, yarıklardan kumların ve suların fışkırdığı belirtilmiştir.
Bazı tarihçilere göre bu deprem İstanbul’un ilk kentsel dönüşümüne neden olmuştur.
Alın size bir bilgi notu: “Marmara Denizi’nde oluşan dev dalgalar (kayda geçen ilk tsunami), İstanbul surlarını aşarak Galata Kulesi’ni harap etmiş, Kız Kulesi yıkılmış, kıyı şeridinde ciddi hasarlar meydana gelmiştir. Yerli ve bazı yabancı kaynaklar (meselâ İbn Kemal ve Busbecq) İstanbul’da 1070 ev, 109 cami, 49 kule yıkıldığından, 5-15 bin kişi öldüğünden (nüfusu 100 bin civarındadır) bahseder. O kadar ki, Topkapı Sarayı’nda meydana gelen yıkıntılar sebebiyle hânedandan üç kişi ölmüştür. Artçı sarsıntılar 45 gün devam etmiş, bu süre zarfında devrin padişahı Sultan II. Bayezid, önce Topkapı Sarayı’nın bahçesine kurulan çadırda kalmış, badehu Edirne Sarayı’na gitmiştir. Depremlerden Edirne de etkilenince, Padişah’a ahşap bir ev yapılmıştır. İstanbul halkı da bahçe ve boş arazilere kurdukları çadır ve barakalara sığınmıştır. Padişah, ilim ehline danışmış, çare bulmalarını istemiş ve onların önerileri doğrultusunda İstanbul›un değişik bölgelerinde 400 (2.000 diyen de var) civarında kuyu açılmıştır.
Şimdi “Düdüklü tencere modeli” olarak isimlendirilen bu kuyularla, faylardaki basıncın boşaltılması amaçlanmıştır… Tarihçiler bu yöntemin işe yaradığını söylüyor. Nihayet sarsıntılar durmuş ve sıra İstanbul’un inşasına gelmiştir. Yıkılan yerler yeniden yapılacak, depremden zarar gören binalar onarılacak, bazıları güçlendirilecekti…
Ev başına 22 akçe vergi toplandı ki, bilinen ilk “Deprem Vergisi” budur ve kuruşu kuruşuna depreme harcanmış, hazineden de ayrıca takviye yapılmıştır.
İstanbul’un imarı ve inşası için Anadolu‘dan 37 bin, Rumeli’den 29.000 cerahor (ücretli amele), 3.000 kadar mimar ve marangoz, 8 bin “Yaya”, 3 bin “Müsellem” olmak üzere, toplam 80 bin kişi görevlendirildi. İşin başına ise Başmimar Hayreddin Ağa geçirildi. 29 Mart 1510’da başlayan imar faaliyetleri geceli-gündüzlü 65 gün sürdü. İstanbul surlarından başka Galata’daki mahzenler, Galata Kulesi, Kız Kulesi, Rumeli ve Anadolu hisarları fenerlikleri, Çekmece köprüleri ve Silivri Kalesi onarıldı. Yıkılan kâgir binalar ahşap olarak yeniden inşa edildi. Depremden zarar görenler ise onarılıp güçlendirildi. Bugünkü ifade ile “Kentsel dönüşüm” iki ayda tamamlandı. Bütün şehir âdeta yeniden kuruldu. Günümüze gelen tarihi eserlerin çoğunu Sultan II. Bayezid’in bu çabalarına borçluyuz.”
***
Evet, en son yaşadığımız Kahramanmaraş merkezli depremler serisi için de aynı ifadeyi rahatlıkla kullanabiliriz: Kıyamet-i Suğra.
Kaybettiğimiz canların acısı yüreğimizde…
Balık hafızalıyız. Birkaç ay geçmez unuturuz.
Bir öneri: Ant Mezar!
Bu fakrin deprem konusunda valilere ve belediye başkanlarına bir önerisi var.
Kent merkezinde yıkılan bir binanın enkazını kaldırmayın, molozlarını dahi olduğu yerde bırakın ki bir anıt mezar olarak beynimize kazınsın. En azından bazılarımız geçmişte neler olduğunu hatırlar. Hani ne derler : “ Bir musibet bin nasihatten evladır.”
Belki seçilecek olan belediye başkanları, kurulacak olan imar komisyonlar bu anıt mezardan kıssadan hisse alırlar! Ne dersiniz?
Melhame-i Kübra?
Gelelim sadede…
Kıyamet-i dan sonra neden Melhame-i Kübra lafını kullandım?
Hadi anlatmaya çalışayım.
Kahramanmaraş depremi ile ilgili bir yığın teori ortaya atılıyor. Kimi petrol ve doğalgaz çıkarmak için kullanılan Kuyu bombalarından bahsediyor, kimi Haarp teknolojisinden dem vuruyor. Birileri de Amerikan gemileriyle eşgüdümlü varsayıyor. Haksız da değiller hani.
Bir Coni Savaş gemisi geliyor, Tuzla açıklarına demirliyor, deprem oluyor. Avcılar açıklarına demirliyor, deprem oluyor. İskenderun açıklarına demirliyor, yine deprem oluyor.
Peşi sıra gelişen bu olaylar tesadüfi olsalar insanda ister istemez paranoya yaratmak için yeterli oluyor. …
İsrail ajanlarının varak kaçırması. Türk dışişleri bastırdığı zaman da “onarıp getireceğiz” diyerek abuk sabuk açıklamaları…
Paranoyamızı arttırıyor…
Yardıma gelen İsrail ekipleri ne hikmetse Hatay’dan başka yerde görünmüyorlar!
***
Bu endişelerde haklı olmamız için asıl geçerli etken de BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) diye bildiğimiz sonra geliştirilip, genişletilen GOP (Genişletilmiş Ortadoğu Projesi).
Ucundan, kenarından bilenler dahi vahamete kapılıyorlar. Haklılar. Medyanın sosyal olanında da asosyal olanında da(!) Hatay ve Amik Ovası endişeleri var.
Özellikle İslamcı kesim ile paralelinde bölücü kesiminn beyinlere uzun yıllardan beri işledikleri iki konu daha var.
Birincisi Lozan’ın gizli maddelerinin olduğu safsatası.
İkincisi ise Hatay’ın bir sözleşmeyle Türkiye’ye bağlı olduğu ve bu sözleşmenin miadının 2023’de dolacağı yalanı.
Bütün bunlar elbet maksatlı vurgular.
Buna 12 Eylül 1980 den sonra Anayasa’ya ilave edilen ‘Üniter’ devlet saçmalığını da eklerseniz alın size hafakanlar bastıracak bir endişe daha…
Ulus devleti yok ettiler, Üniter devlet haline getirdiler. Üniter devlet kavramını siyaset terminolojisine sokmakla yetinmediler, yasalarla pekiştirdiler..
Türkiye Cumhuriyet Devleti üniter falan değildir. Bir ulus devlettir. Üniter değişik parçaların, ünitelerin birleştirilmiş hali demektir. Aynı fesat düşüncenin sahipleri bir ara da mozaik devlet kelimesini yutturmaya çalışmışlardı.
Şimdilerde Z kuşağı dediğimiz kuşağın bunları bilmesinde elbet yarar var.
BOP’tu, GOP’tu, Lozan ve Hatay’dı derken, insan ister istemez Kahramanmaraş depreminin Kıyamet-i Suğra olduğuna inanıyor.
Hele bir de buna MHP Lideri Bahçeli’nin açıklamasındaki “Sır deprem” den oluşan iki esrarengiz kelimeyi monte edecek olursanız…
Kıyamet’i Suğra Melhame-i Kübra’nın başlangıcı mıdır acaba?
Asıl benim korkum burada..
Diyeceksiniz ki: “ Nedir bu Melhame-i Kübra?”
İşte asıl meselenin vahameti bu sırlı hususta!
Bir takım İslami kayıtlara göre 80 Tümen İslam ordularının ve 80 tümen kâfir ordularının karşılaşacağı büyük savaş. Yani bir milyon İslam askeriyle bir milyon küffar askerinin cehennem savaşı.
İslam kaynaklarına göre Melhame-i Kübra savaşı ’nda gerçekleşecek.
Hristiyan ve Musevi kaynakları, Müslümanların Amik Ovası’na gerçekleşecek demelerine rağmen bu savaşın Megiddo dağı eteklerinde gerçekleşeceğini belirtirler.
Peki, Hristiyan ve Museviler Melhame-i Kübra’ya ne derler bilir misiniz?
“Armageddon”
Petrol ve gaz çıkarmak için kullanılan kuyu bombaları…
Harp varsayımları.
Tarihte hiç görülmedik şekilde peşi sıra sarsıntıyla yerinden oynayan/ oynatılan Anadolu toprakları…
… ve Amik Ovası!
Yok edilen 2 bin 200 yüz küsur tarihli bir Hatay.
Boşaltılan coğrafya!
Vurguladığım bu iki konuyu yazın aklınızın bir kenarına Kıyamet-i Suğra ve Melhame-i Kübra. Olsa da akıllara seza!