Bundan 15-20 yıl önce adını hatırlayamadığım Amerikalı bir yazar bir kitap yayınlamıştı. Kitabın adı: “Anneme reklamcı olduğumu söylemeyin, o beni genelevde çalışıyor zannediyor”.
Ya da o mealde bir şeydi. Adı önemli değil. Bu kitapta Amerikalı reklamcıların ahlaksızlıkları birer birer sergileniyor ve özet itibarıyla genelev çalışanlarının reklamcılardan daha namuslu olduğu tezi işleniyordu.. Unutamadığım ender kitaplardan biridir.
İmdi nereden aklıma geldi bilir misiniz?
Söz Gazetesi olarak son iki sayıdan beri bazı iddiaları gündeme getirdik. Vay başımıza gelenler ki vay…
Biz yazdığımız yazılarda iddiaları olduğu kadar savunmayı da gündeme getireceğimizi belirtmiştik zaten…
Lakin anlatmışız ama anlatamamışız demek ki!
Yazıda, yabanda, yolda, otobanda karşılaştığım ne kadar gazeteci makulesi ve müsveddesi varsa araya girerek, entegre olmak istedi.
Bu kibarlık taslayanlarının ifade tarzıydı…
Sonradan öğrendim ki….
Biri gitmiş:
– “Yahu baksana küçücük gazete zaten onu kimse okumuyor. Benimki büyük ve renkli. Gel senin savunmanı biz yapalım onu susturalım” demiş…Haberini de yapmış! Öteki gitmiş:
“Benim ki onunkinden daha büyük “ demiş.İt dölü “Benim gazetemin boyu ya da ebadı “bile dememiş, diyememiş..
Bir başkası:
“Müdürüm biz en çok bilinen ve okunan gazeteyiz”,
“Bilmem kaç bin tane gazete basalım Adana’nın her tarafına dağıtalım” demiş…
Herkes boyuna posuna göre avantasını ve lavantasını pek ala almaya kalkışmış!
Gazeteci makulesi biri :
“Yahu ağabey yerde ararken gökte bulduk”
“Hayrola”
“Yahu sen bir şeyler yazmışsın. “
“Ulan bir sen kalmıştın…”
”Yahu abi oradaki oğlanlar fena çocuklar değil, çağıralım seni götürelim ne hizmetler yaptıklarını bir gör abi yaa…”
Edep ve terbiyeye bak! Devletin rdesmi kurumundaki oğlanlar fena çocuklar değillermiş…
Fesuphanallah…
Akılımıza mukayyet olmamızı şafi adınla sağla ya Allah…
Hani ne demişti şair: “Coştun yine deli gönül ırmak gibi çağlar mısın? Boşa geçti koca ömür oturup ta ağlar mısın?”
A dostlar imdi ben neylemeliyim?
Oturup da ağlamalı mıyım, yoksa gazetecilik denilen Çıfıt çarşısından da beter bu ibne tarlasındakileri isim isim yazmalı mıyım?
Yok!
Ne ağlayamaya gerek var ne de bu çirkeflere bulaşmaya…
İt itliğini bilir, ite it demeye hacet yok!
Lakin benim üzüldüğüm bu memlekette basın yasaları zaten bir işe yaramaz.Basının düzelmesini evvel emirde emperyalistler istemezler ki işbirlikçileri istesinler… Kunduracı tamircisi olmaya kalksan, Devlet-i Ali senden çıraklık, kalfalık ustalık belgesi ister de Basın savcılığına beş para etmez dilekçeyi verdiğin zaman gazeteci olursun..
Sayfa çizmesini biler birilerini de buldun mu, matbaaya baskı parasını da yan cebine koydun mu oldun gittin gazeteci!Buna cemiyet neylesin, buna gazeteciler neylesin.
İti, puştu, pezevengi, parklarda bilmem kaç kuruşa düzüşen orospusu piyasa değiştirmiş olmuş gazeteci...
Meğer bunların işi gücü oturup gazeteleri takip etmekmiş. Gazeteleri takip ederler böylesi haberlerde hemen davranırlar, resmi ya da özel kurum veya kuruluşa giderler ve avukatlık işlemlerine soyunurlarmış. Ederleri ne kadarmış?
Onu da öğrendim de hadi pas geçeyim…
Tövbe euzibillah.. Tövbe ya Allah.
Ben de bu mesleğin her türlü puştluğunu bildiğimi sanırdım. Meğer aldanmışım.
Peki ne olacak çözüm ne? Bu işin çözümü yok. Bu işin çözümü kurum ve kuruluşların otokontrollerinde. İnisiyatiflerini kullanacaklar.
Kendileri için “Oradaki oğlanlar iyi çocuklar” diyenlerle, diyebileceklerle muhatap olmayacaklar.
Ne demektir yahu “Oradaki oğlanlar, iyi çocuklar”
Tövbe yarabbi tövbee!
Sanki hamam kulan paresine külhan tarif ediyor…
Bizim etkili ve yetkililer de bunlarla muhatap olup haber yaptırıp aklı sıra kendini aklamaya çalışıyor.
Onların seviyesinde olduğunun farkına bile varmıyorlar... Birileri itin önüne ot koyuyor, kişnemeye başlıyor, ötekiler atın önüne kemik koyuyor o da havlamaya başlıyor..
Kişiliksiz ve kimliksiz bir sürü başıboş sergerde gazetecilik mesleği sayesinde toplum içinde kendini adam sayıyor..
* * *
Bilenler bilirler bir zamanlar 80’li yıllarda taaa Pazartesi Gazetesinde ve Söz’ün 90 lı yıllarında bu konuları gündeme getirmiştim, hatta o vakitler bir kitap bile basacaktım da hatırı sayılı dostlar Adana’nın kötüleneceği konusunda ikna etmişlerdi.. İmdi fazla söze gerek yok...
Bilsinler ki daha da ileri giderlerse isim isimtalep ettikleri ve aldıkları fiyatlarıyla beraber açıklayacağım.
Bu yazı içindeki fotoğraf iyi bakın. Klavye başına oturmuş bir köpek var. Havasından, afrasından tafrasından geçilmiyor. Lakin yine köpeklikten kurtulamıyor. Onların kılık ve kı4ylafetlerine de aldanmayın sakın.
Bilirsiniz değil mi:
Baba erenler bir meclisteyken samur kürklü biri gelmiş, o esnada hane sekenelerinin tekmili birden ayağa kalkıp ihtiramda bulunmuş. Baba Erenler kalkmayınca samur kürklü adam,
”Bu kim?” demiş.
“Erenlerdendir” demişler.
Erenler çıkıp gidecekken kürklü adam durdurmuş.
“Nereye?”
“Gidiyorum”
“Neden?”
“Ben hayvanlarla oturmam”
“Hayvan kim?”
“Senin sırtındaki samur kürk asıl sahibini bile hayvanlıktan kurtarmadığı gibi seni hiç kurtaramaz”
Bilmem anlatabildim mi.
Sahi sizde o idrak ve izan var mı biraz?
Yoksa sivrisinek saz, davul zurna bile mi az?
Ey kari, gayri sığınırım affına bazen ister istemez böylesi abuk sabuk konularla uğraşıyoruz amma sürç-ü lisan ettiysem de sen kusuruma bakma.