Yaşamakta olduğumuz demografik felaketin nedeni siyasi iktidarın tarih körlüğüdür. Arap kenti Mekke’den, ahalisinin Arapça konuştuğu komşu kent Medine’ye hicret eden 186 kişi ile dili kültürü, tarihi kökleri tamamen farklı başka bir ülkeye yönlendirilen milyonların yol açacağı demografik felaketi idrakten aciz bir anlayışın yol açtığı yıkımı konuşuyoruz.
Başımıza gelenler, Kısa Dünya Tarihi, Genel Türk Tarihi konularında bilgisiz, siyasi tarih bilgisi sıfır, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’e tersten bakan bir anlayışın icraatının doğal sonuçlarıdır. 1300 yüz yıl öncesinin Ensar/Muhacir metaforu, 10 milyonu aşkın yabancının, ülkede kalıcılaştırılmasının bilinç uyuşturucu şırıngası olarak kullanılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi ile doku uyuşmazlığının, yaşanan süreci idrakten yoksunluğun doğal sonucu olan, iktidarda olma ama yönetememe krizini yaşıyoruz. 1300 yüz yıl öncesinin Ensar/Muhacir metaforunu, 10 milyonu aşkın yabancının, ülkede kalıcılaştırılmasının bilinç uyuşturucu şırıngası olarak kullanılmasının yol açtığı siyasal tusunamiden bahsediyoruz.
Gerçeklikten, nesnellikten, tarihsellikten, ulus devlet üniter yapı temelli kuruluş denkleminden kopuk, bir siyasal şizofrenin Türkiye’yi sürüklediği nokta dehşet vericidir. 10 yıldan bu yana verilen Cuma hutbelerinin, Diyanet İşleri Başkanının demeçlerinin, Kayseri ve Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin denetimindeki bölgelerde eş zamanlı olarak bir anda sıfırlanıvermesi, Ensar/Muhacir yaklaşımının ne kadar temelsiz olduğunun çarpıcı göstergesidir. Uluslararası ilişkiler, şizofrenik hayallerle değil, reel politik üzerinden yürütülür. Türkiye Cumhuriyeti’nin, tarihten çıkardığı dersler doğrultusunda oluşturduğu Arap Politikasını çöpe atan, “Stratejik Derinlik” olarak göklere çıkarılan “Stratejik Cinnet”in, Türkiye’yi sürüklediği nokta gerçekten hazindir.
İşin bir başka hazin tarafı, TRT başta olmak üzere tarihi dizi kahramanları, Suriye’de, Irak’ta, İran’da at koştururken, gerçek yaşamda, bu ülkelerdeki Selçuklu ve Osmanlı yadigarı Türk etnisitesinin sistematik biçimde yok edilmesine seyirci kalınmasıdır. Suriye’de Türk toprağı sayılan Süleyman Şah Türbesi’ni yerinde tutamayan bir devletin saygınlığının, “Diriliş Ertugrul” “Kuruluş Osman”, “Alparslan” dizileriyle, korunabilmesi olanaksızdır. Türkiye’nin, devlet dilinin yerine, güce dayanmayan, ciddiye de alınmayan külhanbeyi argosunu diplomasi dili olarak kullanmasına muhatapların verdiği karşılık çok acı ve küçük düşürücü olmuştur.
Türkiye’nin hesapsızlığı, güce ve reel politiğe dayanmayan lümpen argosuna, sınırlarımızın hemen ötesindeki Türk varlığını dağıtıp, mülklerinden ederek, bölücü terör örgünün egemenlik alanına çevirerek yanıt verilmiştir! Irak ve Suriye’de, Türk/Türkmen aşiretlerinin, kentli Türkmenlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerin demografik yapısının değiştirilip dönüştürülmesi süreci Türkiye tarafından sessizce seyredilmiştir!
Siyasi iktidar, Türkiye Cumhuriyeti’nin, ulus devlet üniter yapı ve Türklük temelinde kuruluşunun, şoven, tekçi bir anlayışla ilgisi olmadığını, bu coğrafyada var olabilmenin zorunlu denklemi, tarihten çıkarılan derslerle oluşturulmuş bir siyasal mimari olduğunu artık kabul etmelidir.
Ülkeyi karşı karşıya bıraktığı, ulus devlet üniter yapı esaslı kuruluş denklemini yok edecek olan demografik felaketi, daha da kalıcılaşıp kökleşmeden ortadan kaldırma görev ve sorumluluğu siyasi iktidarın omuzlarındadır!
Türkiye’nin önünde iki tercih vardır. Ya ulus devle üniter yapı esaslı Türkiye Cumhuriyeti olarak kalmak ya da birbirini anlamayan, ortak hiçbir değerleri olmayan milyonların doldurulduğu postmodern Babil Kulesine dönüşmek.
Birinci tercih, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk varlığının payidar kalmasının zorunlu koşuludur. İkinci tercih, Anadolu’da tarih öncesinden günümüze adı sanı unutulmuş milletler mezarlığına, yeni bir çukur ve yeni bir taş ilavesinden başka bir anlam taşımayacaktır!