Site icon Söz Gazetesi

Cumhuriyet için kuvvetler ayrılığı

Osmanlı hanedanının son temsilcisi Vahdettin, 1.Dünya Savaşı’nın 3. yılında oturduğu saltanat koltuğundan 1 Kasım 1922’de ayrılmak zorunda kalacaktır. Vahdettin, Osmanlı coğrafyasının savaşın galiplerince pay edilmesinden sonra elde kalan mülk üzerinde saltanatını sürdürmenin derdindedir. Bu yüzden İstanbul’un işgaline ses çıkarmadığı gibi Anadolu’da başlayan Milli Direniş’in gelişip güçlenmeden yok edilmesi için emperyalistlerin telkinleri doğrultusunda elinden geleni yapacaktır.

Halife Sultan, halk üzerindeki dini nüfuzunu, direniş yerine teslimiyet doğrultusunda kullanacak, Anadolu, Vahdettin’in şeyhülislamlarının Milli Mücadele karşıtı fetvaları yüzünden yangın yerine dönecektir. İhanet isyanları güçlükle bastırılacak, Türk halkının Mustafa Kemal önderliğinde emperyalizme karşı direnişinin meşruiyet merkezi Ankara ile hilafet ve saltanat merkezi İstanbul arasındaki güç mücadelesinden Ankara galip çıkacaktır.

23 Nisan 1920’den itibaren hukuki açıdan İstanbul’da gücünü gelenekten alan bireysellik, Ankara’da gücünü halktan alan kurumsallık vardır. Bir başka söylemle, İstanbul bireysel iradenin, Ankara milli iradenin merkezidir. Kurtuluştan sonra Vahdettin’in tahtta bırakılması ihanetin ödüllendirilmesinden başka bir anlama gelmezdi. Vahdettin’i devre dışı bırakıp bir başka hanedan üyesiyle monarşinin devamı ise onca özveriyle verilen Kurtuluş Savaşı’nı anlamsız kılardı.

CUMHURİYETİN AYAK SESLERİ…

1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması, önünde hiçbir engel kalmayan Cumhuriyetin yaklaşan ayak sesleriydi. 23 Nisan 1920’den beri tüm kurumlarını oluşturmuş fakat adı konulmamış rejimin ilanı tarihsel bir kaçınılmazlıktı. 29 Ekim 1923’ü yalnızca Cumhuriyet’in ilanı olarak görmek yanıltıcıdır. 29 Ekim 1923, bir uygarlık tercihidir. Cumhuriyet, ulus devlet üniter yapıyı, milli iradeyi, çağdaşlığı esas alan bir devlet mimarisidir. Dönemin dengeleri gözetilerek çözümü ileriye bırakılan hilafetin de 3 Mart 1924’te kaldırılmasıyla rejim açısından çok önemli bir sorun ortadan kaldırılmıştır. 1921 Anayasası, Kurtuluş Savaşı koşullarının ürünüydü. Cumhuriyet rejiminin, 1924 Anayasası’yla belirlenen Anayasal temelleri 1961 ve 1962 anayasaları ile tekrar edilmiştir.

29 Ekim 1923’ün yukarıdaki kronolojik özetinden sonra günümüze gelmenin zamanıdır. 16 Nisan 2017’de yapılan anayasa referandumu ile geçilen ve 9 Temmuz 2018’de uygulamaya başlanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, 29 Ekim 1923 ile tarihi bir yol ayrımı olarak değerlendirilmelidir. Milli iradenin temsil organı TBMM’nin esas alındığı, yasama -yürütme- yargı denklemine dayanan kuvvetler ayrılığının yerine tüm güçlerin tek kişide toplandığı kuvvetler birliği Türkiye’ye ne getirmiştir? Kuvvetler ayrılığının yarattığı hantallığın yerini alan kuvvetler birliği sayesinde hız ve inisiyatif mi kazanılmıştır? Yoksa içeride ve dışarıda siyasal, ekonomik, yönetsel, diplomatik anlamda hızlı tren kazalarına mı yol açılmıştır?

SON ÜÇ YILA BAKMAK YETERLİ

Yukarıdaki soruları yanıtlamak için 2018 yılından bu yana geçen 3 yıla bakmak yeterlidir. İçeride ve dışarıda bu süreçte yaşananlar alınması gereken sayısız derslerle doludur. Devlet kurumsallığının yerini alan bireyselliğin, devlet aklı ve soğukkanlılığının yerini alan kişisel tercih ve öfke dilinin Türkiye’yi götürdüğü yer düşündürücü olduğu ölçüde endişe vericidir.

Devlet aklına dayanan geleneksel diplomasinin yerini alan ayaküstü açıklamaların ve güce dayanmayan meydan okumaların Türkiye’nin ulusal çıkarlarına ve saygınlığına verdiği zararlar göz önüne alınmalıdır.

Bölgesinde sözüne güvenilen, gücünden çekinilen bir Türkiye yerine yalnızlaştırılan, uluslararası camiadan dışlanmaya doğru giden bir Türkiye’nin almakta oluşunda yeni rejimin olumsuz etkisi üzerinde düşünülmelidir. Türkiye’nin Ege’de, Akdeniz’de, Kıbrıs’ta ulusal çıkarlarını koruyabilmesinin, yerli yersiz posta atmakla değil, kuvvetler ayrılığı temelinde bir hukuk devleti olmakla sağlanabileceği anlaşılmalıdır.

Türkiye, bireysel heveslerle, kişisel inisiyatifle yönetilebilecek bir Ortadoğu ülkesi değildir. Türkiye’nin dünyada ve bölgesinde eski saygınlığına kavuşması, kuvvetler ayrılığına dayanan, hukuka, insan haklarına saygılı, laik, demokratik bir hukuk devleti kimliğiyle mümkündür. Türkiye için kuvvetler ayrılığına dönmek bir keyfiyet değil mecburiyettir.

 

Exit mobile version