Metroda yanımda oturan genç kadının, arkadaşına Kıbrıs’ı anlattığını duyunca ister istemez kulak misafiri oldum;
“18 sene önce balayına gitmiş, çok beğenmiştik. Hadi yine gidelim dedim, gittik ki ne görelim, eskiyle alâkası yok, çok kötü olmuş, pişman oldum”.
Arkasını dinlememe lüzum yoktu.
Kıbrıs’ın 74’lü yıllarını bilen ben, 80’den itibaren tam 42 senedir pişman oluyorum.
Nerede o eski Lefkoşa, o Girne!
Hele Girne’de…
Her mahallede sabahın 3’üne kadar müzik var. Yanda, arkada, önde ev varmış, çocuk, yaşlı, hasta varmış hiçbir kulüp, pastane, restoranın umurunda değil.
Gecenin 2’si veya 3’ü… Yollarda kimseler yok. Bomboş caddelerden geçen ambulansların ortalığı ayağa kaldıran siren sesleri… İlle çalacaklar, açacaklar sonuna kadar o sireni.
Hele Kıbrıs’ın incisi Karpaz eşeğinin irisi motosikletler ve iri kalpaklı “süvarileri”nin egzoz çığlıkları…
Gündüz kaldırımda yürürken karşıdan gelen siyahiler… (Onda sekiz)
Sol trafik… İlle sağ direksiyon arabaya oturup yolda sokakta soldan gitmenize lüzum yok. Yayan yürürken, karşıya geçeceksiniz aman dikkat. Sola değil, sağa bakmanız gerek üstünüze araba geliyor mu diye.
Doktor tabelalarından çok veteriner klinik levhaları…
Ve gece yollar… Hep karanlık. Hiçbir ışık yanmıyor. Ormanda gidiyorsunuz. Karşıya geçen insanlar görünmüyor. Hele viraj alıyorsanız, karşı farları çok geç fark ediyorsunuz. Şehirlerarası yollara ise hiç çıkmayın. Cangıldasınız, hiçbir şey görünmüyor.
Girne sahilinde Atatürk heykelinin olduğu meydanın en güzel noktasında, denizi ve Torosları Ekim-Kasım aralığında bir aydan fazla bütünüyle kapatacak şekilde bir reklâm TIR’ı. Kimseye sormadan oraya yerleşmiş, meydanı işgal etmiş.
Peki, hiç mi güzel şey yok?
Olmaz mı?
Alışık olmadığınız için çok şaşıracağınız bir konuyu öncelikle belirtmeden geçemeyeceğim; herhangi bir cadde veya sokakta, karşıya geçmek için kaldırımdan adımınızı aşağıya atar gibi yaptığınızda çok şaşırıyorsunuz, Türkiye’de hiç olmayan bir şey oluyor; ilk gelen araba durup siz yol veriyor.
Cadde ve sokaklarda, hiç alışık olmadığınız, unuttuğunuz isimler; Ecevit, İnönü, Semih Sancar, Bedrettin Demirel levhaları…
Ya Girne’nin “Eski Türk Mahallesi”…
Her bir sokak bir tablo… Geze geze doyamıyorsunuz, Sakin, sessiz, bir müzede gezer gibi önünde durup saatlerce tek katlı, tertemiz evleri seyrediyorsunuz.
Yazıcızade Camii, tam köşede eski bir mahalle kahvesi ki kaldırım üstündeki masa ve sandalyeler Pazar sabahı 8’de dolu ve sonra bir fırın.
Biddacı…
Güleryüzlü, cana yakın bir genç “Buyurun” diyor, “Galiba burada yenisiniz?”
“Yok” diyorum, “25 sene önce keşfettim burayı, hep alırım”.
“O zaman ben yeniyim” diyor gülerek.
3 tane zeytinli “bidda” alıyorum. Zeytinli açma değil, çörek diyelim.
Nefis bir şey.
O bahsettiğim kahvede bir fincan sade kahve için.
Tadı 40 yıl damağınızda kalacak…
40 yıl hatırı olacak.
…
Türkiye KKTC’ye yeni Büyükelçi atadı.
Hukuk okuyan, iyi bir avukat ve Barolar Birliği Başkanlığı da yapmış olan Metin Feyzioğlu.
Yâni dış politikayla, diplomatlık ile ilgisi olmadığı halde Lefkoşa’ya “Büyükelçi” olarak atandı.
Ada’ya iner inmez yoğun bir şekilde sosyal medya üzerinden “public relations” yürüttü.
İki genci arabasına alıp “paylaştı”, Lefkoşa’nın sokaklarını gezip yorumlarla, şarkılarla “paylaştı”.
Ada’yı hemen tanıdı.
Sonra Cumhurbaşkanı Tatar’a güven mektubunu sundu.
Ve oturup sohbet ettiler.
Resme dikkatli bakın.
Türkiye’de bir büyükelçi, Cumhurbaşkanı’nın karşısında öyle oturabilir mi, oturmaya cesaret edebilir mi?
Avukatlık yaparken, hakimler karşısında da böyle mi otururdu?
“Durum” hakkında karar sizin.
1 Aralık 2022