Cumhuriyet’i kurarken, sonrasında ve hâttâ günümüzde gizli/açık yaptıkları, yapmakta oldukları yüzünden İngilizlerle beraber Fransızları da hiç sevmem.
Amerikalılar başka bir âlem ve elbette başka bir yazının konusu.
Dolayısı ile Macron’dan da hoşlanmam.
Kudüs’e kadar gitmişken nezaketen bile olsa Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmesini elbette beklemiyordum ama sergilediği tavrı kıskançlık duyarak takdir ettim.
Beşinci Dünya Holokost/Soykırımı Forumu’na katılmak üzere İsrail’e giden Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Kudüs’teki Saint Anne Kilisesi’ne gerçekleştirdiği ziyaret sırasında İsrail polisi ile tartışmış.
İsrail’in 1967’de Filistinlilerin yaşadığı Doğu Kudüs’ü ilhakından sonra her Cuma, Mescid-i Aksa’da namaz kılmaya çalışan Müslümanlara İsrail polisinin abartılı müdahaleleleri hep gündemi işgal etmiştir.
Macron, Kudüs ziyareti sırasında gittiği Fransız Kilisesi’nde İsrailli güvenlik güçlerini görünce öfkelenmiş ve “Çıkın buradan” diye bağırmış.
Söz konusu Fransız Katolik kilisesi aynı zamanda Fransa toprağı olarak biliniyormuş.
Bir yaşıma daha girdim.
“İsrail işgali altındaki Filistin’de Fransız toprağı”.
Hele sonrasına daha şaşıracaksınız…
Meğer “Azize Anne kilisesi”, 19’uncu Yüzyılda I’inci Abdülmecid tarafından Fransa’nın Kırım savaşındaki desteği nedeniyle İmparator III’üncü Napolyon’a hediye edilmiş ve kilise hâlâ “Fransa toprağı” olarak sayılıyormuş.
İkinci bomba Putin’den.
Putin de aynı foruma katılmak için Batı Kudüs’e gitmiş. Forumdan önce Netanyahu ile görüşmüş. İsrail basını görüşmeden sonra, Rusya’da hapiste tutulan bir İsrail vatandaşının bırakılmasına karşılık Doğu Kudüs’teki Aleksandr Meydanı’nın Moskova’ya verildiğini duyurmuş.
Maariv gazetesi’nin ilgili haberinde, “Rusya’nın, işgal altındaki Kudüs’ün Eski Şehir bölgesinde bulunan Aleksandr Meydanı’nın mülkiyetini alma talebine İsrail’in olumlu karşılık verdiği, Moskova yönetimine devredilen meydanın bulunduğu arazi üzerinde Aleksandr Nevsky Kilisesi ile başka binaların da bulunduğu” bilgisi yer aldı.
Macron ve Putin’in, Falih Rıfkı’nın “Zeytin Dağı” adlı başyapıtını okuduklarını hiç zannetmiyorum.
“Kamame Kilisesi’nin Hıristiyan milletler arasında bölünmüş olduğunu bilirsiniz. İçerisinin her parçası ve kilisenin her hizmeti bir başka cemaatindir. Bu cemaatler yalnız anahtarı pay edememişlerdir. Anahtar bir hocada durur. Bütün bu kıtalarda biz işte bu hocanın görevini yapıyoruz. Ticaret, kültür, çiftlik, endüstri, binalar, her şey Arapların veya başka devletlerin.. Yalnız jandarma bizim idi; jandarma bile değil, jandarmanın esvabı.
Osmanlı saltanatı som bürokrat iken, bürokrasi bile tam Arap yahut yarı-Arap’tır. Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmamış Türk’e az rast geliyordum.”[i]
Geçmişte, İsrail ortada yokken Kamame Kilisesi’nin farklı papazları, kilisenin anahtarlarını bile hocaya teslim ediyor ama şimdi İsrail işgali altındaki Filistin’de Mescid-i Aksa’da her namaz olay oluyor; Fransız ve Rus toprakları, kiliseleri yer alıyor.
Filistin’de Fransız, Rus toprakları var…
Ama Suriye’de Türk Toprağı, Süleyman Şah Türbesi yok.
“Strateji” üstadı Davutoğlu’nun “derinlik” duygularıyla “vatan toprağı”nı savunamıyoruz ama türbeyi söküp Türkiye’ye getiriyoruz.
Ve ne yazık ki sahip çıkamadığımız vatan toprakları Süleyman Şah ile sınırlı kalmıyor.
Hulusi Bey (Akar) demiş ki;
“Muhataplarımızla yaptığımız temaslarda devamlı söylediğimiz gibi hiçbir şekilde hakkımızı çiğnetmeyiz. Bu bir tehdit değil ama iyi komşuluktan yanayız dememiz de bir zafiyet değil. Örneğin şu anda ne dünyada ne de tarihte kara suları 6 mil, hava sahası 10 mil olan bir ülke var. Böyle bir garabetle karşı karşıyayız. Bunu dahi bir doğruymuş gibi dünya kamuoyuna tanıtmaya çalışıyorlar. Bu konudaki hakkımızı hukukumuzu savunuyoruz”.
Diğer bir hususun da Ege’de uluslararası anlaşmalarla belirlenen gayri askeri statüde 23 adanın durumu olduğunu ifade eden Akar, “Gayri askeri statüde ada olmasına rağmen bunlardan 16’sı anlaşmalara aykırı olarak silahlandırılmıştır. Yunanistan’dan uluslararası hukuka, imzaladığı anlaşmalara ve iyi komşuluk ilişkilerine göre davranmasını bekliyoruz.”
Günaydın beyim…
Emekli Albay Ümit Yalım en az 15 senedir bunun mücadelesini veriyor.
Peki adaları, Süleyman Şah gibi alıp meselâ Kütahya’ya getiremeyeceğimize göre ne yapalım?
Ümit Yalım’ın dilinde tüy bitti;
“Bakan Akar’ın sözünü ettiği gayri askeri statüdeki 23 adadan 9’u Kuzey Ege’de bulunan Taşoz, Semadirek, Limni, Midilli, Sakız, Sisam, Ahikerya, İpsara ve Bozbaba adaları olup Lozan Antlaşması’nın 12. Maddesine göre Yunanistan’a bu adaların sadece kullanma hakkı verilmiş adaların egemenliği ile deniz yetki alanları ve hava sahası Türkiye’de kalmıştır. Lozan Antlaşması’nın 12 ve 13. maddelerine göre anılan adalar gayri askeri statüdedir. Yunanistan, bu adalara asayişi sağlayacak miktarda jandarma ve polis dışında asker yerleştiremez…Gayri askeri statüdeki diğer adalar ise 12 ada, Rodos ve Meis olmak üzere toplam 14 adadır. 1923 Lozan Antlaşması’nın 15. Maddesine göre İtalya’nın egemenliğinde olan adalar, İkinci Dünya Savaşından sonra 1947 Paris Barış Antlaşması ile Yunanistan’ın egemenliğine verilmiştir. Paris Antlaşması’nın 14. Maddesine göre anılan adalar gayri askeri statüde olup Yunanistan, bu adalara da asayişi sağlayacak miktarda jandarma ve polis dışında asker yerleştiremez” .[ii]
Hâlbuki bakın 12 Temmuz 2019’da Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy ne demişti;
“Hükümetimizin, Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığımızda uluslararası hukuktan kaynaklı meşru hak ve çıkarlarımızı koruma konusundaki kararlılığı tamdır. Bu itibarla, kıta sahanlığımızın dış sınırlarına ilişkin tutumumuz 2004’ten bu yana uygun vesilelerle BM nezdinde kayda geçirilmektedir. Milli bir devlet politikası olan bu tutumumuzda herhangi bir değişiklik yoktur.”
Yâni Akar’ın “anlaşmalara aykırı” olarak silahlandırıldığını “nihayet” kabul ettiği adalarla ilgili olarak yapabildiğimiz sadece “2004’den bu yana uygun vesilelerle BM nezdinde kayda geçirmek”miş.
“Acaba” diyorum, “meselâ” diyorum; “Libya’ya giden askerî heyet, hazır yola çıkmışken ve Ege Adalarından geçerken bahse konu adalara da ikişer asker bıraksaydı ne olurdu?”
Ki Yunanistanla ilişkiler, Yunanistan’ın anlaşmalara aykırı tavırları Akar’ın dediği gibi sadece adalarla sınırlı değil;
“Avrupa Azınlık Hakları Grubu, Yunanistan’a, Batı Trakya’daki Türk azınlığı tanıması ve azınlık haklarının özgürce kullanmasındaki tüm engelleri kaldırılması çağrısı yaptı. Uluslararası Azınlık Hakları Grubu’nun Avrupa’daki kardeş kuruluşu MRGE tarafından Türk azınlıkla ilgili rapor yayımladı”.[iii]
MRGE tarafından yayınlanan raporda Türk azınlığın bugün bulunduğu topraklarda asırlardır varlığını sürdürdüğüne ancak iç ve uluslararası hukukta yer alan bir dizi koruyucu maddeye rağmen Yunan devleti tarafından tanınmadığına işaret edildi. Raporda “Bu durum, (azınlık toplumunun) yeni dernekler kurmasında, kendi kültürlerini yaşamasında ve Türk dilinde eğitim verilmesiyle ilgili yeteneklerinin kısıtlanmasında geniş engeller yelpazesi oluşturdu. Bu da, kimlik, katılımcılık ve kendini ifade etme konusunda ciddi tehlike oluşturmaktadır.” ifadeleri kullanıldı.
Türk azınlığın, dini özgürlükler konusunda da ciddi engellerle karşı karşıya bulunduğuna işaret edilen raporda, şunlar kaydedildi: “Türk azınlık ayrıca dini liderlerinin belirlenmesinde devlet müdahalesi dahil dini özgürlükler konusunda da bazı engellerle karşı karşıya bulunmaktadır. Yunanistan’ın İskeçe ve Rodop kentlerindeki 30’u aşkın Türk azınlık okulu boykota başlamıştı bunun nedeni ise Türk çocuklarının eğitimine yönelik uygulanan çifte standart…”
Somali dahil Afrika’nın her köşesine ulaşabilen Türkiye, Meriç’in ötesindeki Türklere neden sessiz?
Ha bu arada Putin ve Macron’a öykünüp, Mescid-i Aksa’ya Cuma’ya gitmeye niyetlenenlere bir son dakika Cuma (bugün) namazı haberi;
“İsrail polisi, Kudüs’teki kutsal mekanlara yönelik İsrail’in ihlallerine dikkati çekmek için sabah namazını Mescid-i Aksa’da kılan Filistinlileri zorla dışarı çıkardı.
Filistinliler, polisin müdahalesine tekbir getirip sloganlar atarak karşılık verdi.
Öte yandan Doğu Kudüs’teki Vadi Hilve Bilgi Merkezinden yapılan yazılı açıklamada, İsrail polisinin, sabah saatlerinde Kudüs’ün çeşitli bölgelerinde 13 Filistinliyi gözaltına aldığı belirtildi”.[iv]
İlgili, ilgisiz her konuda, her fırsattan istifade ederek boş boş ahkâm kesenleri bir kenara bırakın; katkısız/katıksız Osmanlıperestlerin bile Zeytindağı’nı okuduklarını zannetmiyorum.
Bırakın okumasınlar…24 Ocak 2020
[i] “ZEYTİNDAĞI”. F.R.Atay. Pozitif Yay. İstanbul Ekim 2011. Sayfa 42
“Çıplak İsa, Nasıra’da marangoz çırağı idi; Zeytindağı’nın üstünden geçtiği zaman altında kendi malı bir eşeği vardı. Biz Kudüs’te kirada oturuyoruz. Halep’ten bu tarafa geçmeyen şey, yalnız Türk kağıdı değil, ne Türkçe, ne Türk geçiyor.
Floransa ne kadar bizden değilse, Kudüs de o kadar bizim değildi. Sokaklarda turistler gibi dolaşıyoruz.
Arap milliyetçiliği güden Şamlı Azimzadeler, Konya’dan gelme Kemik Hüseyin torunları idi. Halep’in esas familyalarının asılları Türklerdi. Osmanlı İmparatorluğunda itibar, azınlığın imtiyazı olduğu için herhangi bir Müslüman azınlığın çocuğu olmak, Türk olmaktan daha faydalı idi.
Bir Kürt zaptiye çavuşunun kütüğünden gelen Abdurrahman Paşa, dedesi ve babası vergi çaldığı için zengin; Araplaşmış olduğu için de ayan azası idi. Birinci Millet Meclisi’nde Şer’iye Vekilliği etmiş, Eskişehirli bir Türk hocasının -ve- demek yerine, Araplar gibi -vua- dediğini belki henüz unutmamış olanlar vardır. Suriye, Filistin ve Hicaz’da -Türk müsünüz?- sorusunun birçok defalar cevabı -Estağfurullah! -idi. Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş, ne de vatanlaştırmıştık.
Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi.
Eğer medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu yukarılarına kadar gireceğine şüphe yoktu”. (s.42)
[ii] https://odatv.com/iste-hulusi-akarin-tepki-gosterdigi-fotograflar-23012042.html
[iii] https://millidusunce.com/avrupa-azinlik-haklari-grubundan-yunanistana-turk-azinlik-icin-cagri/
[iv] https://haberkibris.com/720ffb50-2020_01_24.html