“1923’de yapılan Lozan görüşmeleri heyetinde
yer aldığı halde üç yıl sonra 1926’da Ankara’da asılan Osmanlı’nın Maliye Nazırı Cavit Bey’in hikâyesini, 1926 İzmir Suikastı meselesini, Üç Aliler İstiklâl Mahkemesini; Cavit Bey’in eşi Aliye Cavit’i, oğlu Şiar Yalçın’ı; İttihat ve Terakki’nin Selânik 1909 Kongresini ve daha önemlisi Mustafa Kemal’in bu kongreye ‘Trablusgarp Delegesi’ olarak katıldığını yıllar sonra tekrar keşfettik”.
Şiar Yalçın’dan yukarıya doğru gidelim mi?
Yalçın’ın ismine ilk olarak yıllar önce Cumhuriyet’teki Briç Köşesi’nde rastlamıştım. “Kim”liğini ise yeni keşfettim.
Hakkında kısaca şöyle yazıyorlar;
“25 Ekim 1924 tarihinde İstanbul'da doğdu. İlkokulu İstanbul English High School’da, lise öğrenimini Robert Kolej’de tamamladı. İstanbul Hukuk Fakültesi'nden 1949 yılında mezun oldu. Bir süre Pınarhisar ilçesinde hâkimlik yaptı. Doktora öğrenimi için Paris’e gitti. 5 yıl Fransa’da kaldı. Yurda dönüşünde 8 yıl süreyle İstanbul, Finike, Koyulhisar ve Kemah’ta savcılık yaptı. 1970 yılında, Akşam Gazetesi’nde yayınlanan yazılarından dolayı takibata uğradı. Politikayla uğraştığı gerekçesiyle Yüksek Savcılar Kurulu kararıyla meslekten çıkarıldı.
Bir süre TRT’de çevirmen olarak çalıştı. 12 Mart 1971 döneminde tutuklandı. Görevine son verildi. Yayınlanmış 50 kadar çevirisi bulunuyor. İngilizce, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Almanca, Latince ve Farsça biliyordu.
19 Ekim 2010 tarihinde Ankara'da öldü”.
Tam yedi tane dil biliyor olması bile başlı başına olay değil mi?
Artık yavaş yavaş ayrıntılara girebilir miyiz?
“25 Ekim 1924 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Osmanlı Devleti’nin Maliye Nazırlarından Cavit Bey, annesi Nazlı Aliye Hanım’dır. Annesi Nazlı Aliye Hanım’ın padişah II. Abdülhamit’in oğlu Şehzade Burhanettin ile yaptığı ilk evlilikten olan oğlu Osman Ertuğrul Efendi dolayısıyla Osmanlı hanedanı ile akrabalık bağı vardır.
Babası Cavit Bey İzmir suikastı ardından 26 Ağustos 1926’da idam edilince henüz 20 aylık bir bebekken babasız kaldı. İlk 20 aylık dönemine dair babasının tuttuğu defteri sonradan kitaplaştırmıştır. Kendisini, babasının Mülkiye’den sınıf arkadaşı gazeteci Hüseyin Cahit Bey evlat edindi. Bu nedenle soyadı kanunu çıktığında ‘Yalçın’ soyadını alan Hüseyin Cahit Bey’in soyadını taşımıştır.
12 Mart’tan sonra tamamen çeviri işleri ile uğraştı. Marx literatürü ve briçle ilgili kitaplar ağırlıklı olmak üzere 50 kitap çevirisi yayınlandı. Daha önce iki evlilik gerçekleştirmiş olan Şiar Yalçın, 1967’den 1983’teki ölümüne kadar, yazar İzzet Melih Devrim’in kızı olan Remide Hanım ile birlikte yaşadı. Hiç çocuğu olmadı.
Şiar Yalçın, Ankara’da Başkent Hastanesi’nde 17 Ekim 2010’da hayatını kaybetti. Kocatepe Camii’ndeki cenaze töreninin ardından Cebeci Asri Mezarlığı’nda toprağa verildi”.
Babası Cavit Beyi asan İstiklâl Mahkemeleri Başkanlarından Kılıç Ali’nin oğlu Altemur Kılıç ise şöyle yazıyor;
“Kurtuluş Savaşı esnasında askerlikten, cepheden kaçanları ve onları teşvik edenleri, düşmanlarla işbirliği yapanları yargılayan ve ibret, caydırıcı olsun diye hemen cezalandıran, idam eden, hudutsuz yetkili, Allah'tan başka kimseden korkmayan, hükümleri temyiz edilemeyen İstiklal Mahkemeleri o günün şatlarında zorunluydu.
Cumhuriyetten sonra da dizi Kürt isyanları devrimlere karşı gericilik karşısında da! Ama bir gerçeği de göz ardı etmemeli: Bu dönemde İstiklal Mahkemeleri, Ankara İstiklal Mahkemesi, Atatürk'e suikast davası vesilesiyle Mustafa Kemal hareketine karşı çıkmak isteyen, Hilafetin ilgasına karşı olan eski İttihatçıları tasfiye etmek için kullanıldı… Devrimlerin, evrensel kaçınılmaz olgusu.
İstiklal Mahkemeleri, Devrim Mahkemeleri, o günlerin şartları içinde hatalar da yapmışlardır. Ancak bu mahkemeler olmasaydı ne olurdu? Ve Atatürk Cumhuriyeti kurulmasaydı, Devrimler yapılmasaydı bugün Türkiye nerede olurdu? Tarihle yüzleşirken asıl bu soruyu cevaplandırmak gerekir.
Bir Şiar Cavit Yalçın vardı. Geçen yıl vefat etti o… Babası eski Maliye Nazırı Cavit Bey, İzmir Suikastı, Mustafa Kemal'e suikast teşebbüsü suçundan, Ankara İstiklal Mahkemesi'nde yargılandı ve idam edildi. Ankara'da asıldı. Suçu da komplodan ‘haberdar’ olmasıydı. Bugünün hukuk ve adalet ölçülerine göre herhalde idam edilmeyi hak etmemişti ama o günün şartlarında!
Şiar, babamı hiç affetmedi ama benim 80 yıllık ‘can dostum’ idi. Şiar Atatürk'ü de, idama mani olabilecekken mani olmadığı için hiç bağışlamadı ama bir Atatürk hayranıydı… 1994'de Cumhuriyetteki yazısında, ‘Ama bütün bunlara rağmen ben Atatürk’e sadece bu yüzden bile olsa dil uzatmaktan hicap duyarım, çünkü vatanım, kurtuluşunu, bağımsızlığını ve beceriksiz yöneticilerin elinde düştüğü bugünkü hiç de parlak olmayan durumuna rağmen, çağdaşlığını ona borçludur. Ne mutlu bize ki, Fransız ve özellikle Bolşevik ihtilâllerinde olduğu gibi düzmece yargılamalar ve sorgusuz sualsiz infazlarla suçlu veya suçsuz on binlerce insanımız hayatını kaybetmemiştir.’
İşte ülkemizin tarihinde böyle çelişkiler ve Şiar gibi dürüst insanlar da var…
Şiar'ın babasının mezarını onunla birlikte çok aradık, bulamadık. Cavit beyin anılarının yayınlanmasına da birlikte çok çalıştık. Bu anılar yakında Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarında yayınlanacak. Bunda biraz katkım oldu. Bir vicdan borcu ödedim… Anılarda, muhtemelen İstiklal Mahkemeleri ve babam hakkında bazı şeyler vardır. Ama ben bundan çekinmiyorum; Gerçekler doğru boyutlarıyla saptırılmadan ortaya çıkarılmalı ve tarihimizle böyle yüzleşmeliyiz. Yalanlar ve art maksatlarla değil”.
https://www.yenialanya.com/
Neler yaşamışız?
Şiar Yalçın dolayısı ile Cumhuriyet’le başladık, gelecek yazılarda annesi ve babasıyla Osmanlı’ya gideceğiz.