Ayasofya’ya sevindik…
Müezzinlerin tek merkezli/yapay/elektronik bir sesle değil zahmet buyurup şerefelere çıkarak, uzun yıllar hasretini duyduğumuz kendi sesleriyle ve vakitlerine göre Sabâ, Rast, Hicaz, Segâh ve Uşşak makamlarında ezan okumalarını meğer bayağı özlemişiz…
Devamını ve yaygınlaşmasını dileriz.
(Erbâbı, Ayasofya ile ilgili düşüncelerimizi iyi bilir. Tekrarlamaya gerek yok. Aşağıda bağlantılarını verdiğimiz yazıları 2002 yılında yazmışız:
Ama konunun zorla çekiştirilerek uza(tıl)dığı yerle ilgili bazı düşüncelerimiz olacak.
Torun olduğunu söyleyen biri Ayasofya bağlamında konuşurken konuyu nereden bağladıysa, Vahdettin’in mezarının Şam’da olduğunu hatırlatarak; “Vahdettin Han Şam’da yatıyor. Biz onun ülkemize getirilmesini istiyoruz. Çünkü bir padişah başka bir ülkede yatmamalı. Bunun önlemini almalıyız. O yüzden en kısa zamanda Vahdettin Han’ın mezarının getirilmesi gerekir” demiş.
Vahdettin’in “Han” olduğunu bilmiyordum.
İki; Vahdettin sürgün değildir, sınır dışı edilmemiştir, “kendi isteği ve özgür iradesiyle” yurt dışına çıkmış, bir süre menfada dolandıktan sonra San Remo’da hayatını kaybetmiş, cenazesi Türk hükûmeti tarafından kabul edilmeyince, yine kendi zamanında “kaybedilen” Şam’a getirilerek Sultan Selim Camii kabristanına defnedilmiştir…
Atatürk Vahdettin hakkında şöyle der; (15-20 Ekim 1927)
“Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu grup, Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük harbin uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir halde. Milleti ve memleketi Dünya savaşına sokanlar kendi hayatları endişesine düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve Hilâfet makamında bulunan Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını emniyete alabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükümet âciz, haysiyetsiz, korkak, yalnız Padişah’ın iradesine tâbi ve onunla beraber şahıslarını koruyabilecek herhangi bir duruma râzı”.
Vahdettin’in kendi arzusu ile “gidişi”ni tekrar hatırlayalım;
“İngiliz Yüksek Komiseri Sir Rumbold, Halife Vahdettin’in görüşme isteğini öğrenince 6 Kasım 1922 günü tercümanı ile birlikte kendisini ziyarete gitti.
Vahdettin sözü uzatmadan sordu: ‘İki yıl önce yetkili makamlarınız, bir tehlike olduğu takdirde, beni koruyacakları hakkında söz vermişlerdi. Bu söz şimdi de geçerli mi?’
‘Evet efendim şimdi de geçerli.’
Vahdettin korku içindeydi: ‘İlk fırsatta İstanbul’dan ayrılmak istiyorum. Beni nereye götürürsünüz? Mısır’a mı, Kıbrıs’a mı, nereye?’
Sir Rumbold, ‘Mısır tehlikeli, Kıbrıs da olmaz. Geçici olarak başka bir yer olabilir. Mesela Malta. Ayrılış gününü kararlaştırdığınız zaman General Harrington’a birini yollayınız’ dedi.
Vahdettin 10 gün sonra General Harrington’a gizli bir mektup gönderdi:
‘İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere devlet-i fahimanesine iltica ve bir an evvel İstanbul’dan Mahall-i ahara naklimi (başka yere götürülmemi) talep ederim, efendim. 16 Kasım 1922. Müslümanların Halifesi Mehmet Vahdettin.’
Ertesi sabah saat 06.00’da Vahdettin Efendi, oğlu Ertuğrul ve bazı adamları ellerinde bavullar, çantalar ve içi para ve mücevher dolu olan çantayı sıkı sıkı tutan Halife’nin doktoru Reşat Paşa sarayın Merasim Köşkü’nün arka kapısında buluştular.
İngilizlerin gönderdiği iki ambulansla iki otomobile bindirildiler ve Kabataş rıhtımına getirildiler. Oradan İngiliz bayrağı taşıyan bir motora bindirilerek açıkta bekleyen Malaya Zırhlısı’na götürüldüler.
Motor, Malaya Zırhlısı’na yanaştığında Vahdettin, General Harrington’a teşekkür ettikten sonra ‘Eşlerimi size emanet ediyorum general’ dedi.
Malaya Zırhlısı’na çıkan Vahdettin işbirliği ettiği İngilizlere sığınarak ülkesinden kaçtı”.
(“CUMHURİYET-Türk Mucizesi)”. Turgut Özakman. Bilgi Y. Ekim 2009. Sayfa 152 ve devamı)
Lâfı uzatmadan teklifime geçeyim…
Çanakkale’den, Kafkaslara; Filistin’den, Kanal’a Osmanlı’nın dört bir yanında ülkeyi kemiren İngiliz’e muhabbetimi (!) bilirsiniz.
2’nci Elizabeth’in, Gül zamanında gerçekleştirdiği ahkâmlı Türkiye “ziyaret”ini de hatırlarsınız.
“Türkiye´ye kiralık uçakla gelip, kiralık uçakla ayrılan Kraliçe, Cumhurbaşkanı Gül onuruna cevabî resepsiyonunu İstanbul Boğazı, Karaköy Salıpazarı Rıhtımına demirli ‘HMS Illustrious’ Uçak Gemisi´nde verdi..
Bildiğimiz kadarıyla ‘savaş gemileri’ kendi üsleri hariç baştan-kıçtan veya yandan rıhtıma bağlanmaz.. Açıkta demirler. Bu geleneği Haşmetmeap´ın İngiliz Donanmasının bilmemesi mümkün mü?
Ama öyle veya böyle Kraliçe Boğaz´da ‘sancak gösterdi’.
Kraliçe, 1915´de ‘zorla’ giremediği ve Seyit Onbaşı´nın batırdığı ‘Queen Elizabeth HMS Illustrious’ ile aynı adı taşıyan uçak gemisi ile İstanbul Boğazı´nda; ‘Meclis-i Mebusan’ın 100 metre önünde sancak gösterdi.
Ortaçağ´dan kalmış bir fuzulî ritüeller toplamı olan İngiliz Kraliyet protokolünün bu inceliği düşünmemiş olması mümkün değildir.
Kemal Çapraz www.internethaber.com´daki konu ile ilgili yazısına ‘Çanakkale´nin İntikamı mı?’ başlığını atmış.
İyi etmiş.
Majestelerinin İstanbul´a getireceği başka gemi mi yoktu?
Kocca İstanbul´da Majestelerinin resepsiyon vereceği mekân mı yoktu?
İstese, bırakın Dolmabahçe´yi, Topkapı Sarayı´nı bile tahsis ederdik kendilerine…”
Şimdi…teklifim şu;
Majestelerine başvuralım, Vahdettin’i götürdüğü gibi o getirsin.
O zaman kabul.
Nasıl 100 yıl önce Çanakkale’de batan “Queen Elizabeth HMS Illustrious”un yenisini yapmışsa “tarihe meraklı” İngiliz, “Malaya”yı da yeni bir gemiye isim olarak mutlaka takmıştır.
“Yeni” Malaya Zırhlısı “mahall-i ahar”dan getirsin rahnetlinin nâşını…
Samimi olarak öneriyorum.
İsmine, şânına ve nâmına uygun olarak da defnedelim.
Yalnız bu arada modern Gertrude Bell ve Lawrence’lere karşı da uyanık olunması gerektiğini dikkatle not edelim. 8 Ağustos 2020
Dip not: Bölgenin bir diğer “meraklısı”, yine İngiltere’nin komşusu Fransa’dır. 1918 ve 20’de İstanbul, Çanakkale, Adana-Mersin ve Hatay’dan “tanıdığımız” Fransa; Beyrut patlamasının ertesi günü şehre gelerek maskesiz, yerli halkla içiçe konuşup dertleşerek, omuzlarına vurarak gönül alan Macron sayesinde rakiplerine fark atmış ve yüzyıllık “ilgi”sinin devam ettiğini göstermiştir.