Sayın Cumhurbaşkanı KHK ile Prof. Dr. Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’ne atayalı beridir bir kavga kıyamettir gidiyor.
Efendim atama kanunen doğrudur ama siyasidir.
Efendim, üniversite dışından birinin üniversiteye atanması doğru olmazmış.
Efendim KHK ile atama olmazmış.
Efendim kendi fikrini üniversiteye yerleştirmek istiyormuş da bu üniversitenin eşitlikçi ruhuna aykırı imiş..
Özgürlük yok edilmek isteniyormuş! Falan falan…
Melih Bulu’nun doktorası intihal imiş..
Üniversite nedir, akademisyenlik nedir, seçim mahiyeti bizde ve dışarıda aynı mıdır bunları bilmeden bu kavgada taraf tutmadan aydınlatıcı olamayız. Onun için bunun önce tanımlamasını sonra fikrimizi beyan edersek sanırım daha yararlı olacak.
Modern anlamda Batı üniversitesi, studia generalia olarak bilinen ortaçağ okullarından gelişmiştir. Bunlar genellikle Avrupa’nın her yerinden gelen öğrencilere açık tanınmış eğitim kurumlarıydı. İlk çalışmalar, kâtip ve rahipleri katedral ve manastır okullarının verdiği dini eğitimin ötesinde bir eğitim verme çabalarından ortaya çıktı. Yabancı ülkelerden bilim adamlarının dâhil edilmesi, üniversite ile yetiştikleri okul arasındaki temel farkı oluşturuyordu.
Bu ilk üniversiteler, öğrenci ve ustaların tüzel kişilikli bir tür dernekleriydi ve sonuçta imtiyazlarını (özerkliklerini) papalardan, imparatorlardan ve krallardan aldılar. İmparator II. Frederick (1224) tarafından kurulan Napoli Üniversitesi, imparatorluk otoritesi altında kurulan ilk üniversite iken, Toulouse Üniversitesi Papa Gregory IX (1229) tarafından papalık kararnamesiyle kurulan ilk üniversitedir. Bu üniversiteler, ateizmi veya sapkınlığı öğretmemeleri koşuluyla, kendi kendilerini yönetmekte özgürdü. Öğrenciler ve ustalar birlikte kendi rektörlerini (başkanları) seçerlerdi. Ancak bağımsızlığında bir bedeli vardı ve bu bedel üniversitelerin kendilerini finanse etmesiydi. Bu yüzden öğretmenler öğrencilerinden ücret alıyorlardı ve geçimlerini sağlamak için öğrencilerini memnun etmek zorunda kalıyorlardı. Bu ilk üniversitelerin devamlı eğitim sunacağı binaları ve küçük kar getirecek mülkleri de yoktu. Dahası memnun olmayan öğrenciler ve ustalar başka bir şehre göç edip orada bir çalışma yeri açtığında hem ekonomik hem de itibar kaybına maruz kalıyorlardı. Cambridge Üniversitesi’nin talihi, 1209’da bir dizi hoşnutsuz öğrencinin Oxford’u terk ederek oraya taşınmasıyla başlamıştı. Şansa bakın ki 20 yıl sonra bu sefer de Oxford, Paris Üniversitesi’ni terk edip gelen öğrencilerden yararlanacaktı.
Avrupa’daki ilk modern üniversite, 1694’te Lutherciler tarafından kurulan Halle üniversitesiydi. Bu okul dini ortodoksinin her türünü reddederek akılcı (rasyonel) tarafsız (nesnel) entelektüel sorgulama ve araştırmayı kendine hedef ve kural edinen ilk okullardan biriydi ve öğretmenler dersleri Latince yerine Almanca veriyordu. Halle’in yenilikleri bir nesil sonra Göttingen Üniversitesi (1737) ve ardından çoğu Alman ve birçok Amerikan üniversitesi tarafından kabul edildi.
18. ve 19. yüzyılların sonlarında, Avrupa üniversiteleri modern öğrenme ve araştırma kurumları haline geldikçe müfredatları ve yönetimleri de sekülerleşti, din yavaş yavaş baskın güç olmaktan çıktı. Bu eğilimler, laboratuvar deneylerinin varsayımın yerini aldığı Berlin Üniversitesi (1809) tarafından tipikleştirildi. İlahiyat, felsefe ve diğer geleneksel doktrinler yeni bir titizlik ve nesnellikle incelendi. Akademik özgürlüğün modern standartlarına kavuşmasına öncülük edildi. İleri araştırmalar ve deneyler gerçekleştiren bir lisansüstü okullar bütünü olarak Alman üniversite modeli dünya çapında kabul gördü.
Üniversitelerin başarılı olmasının üçayağı vardır: (1) Akademik özgürlük. Bir üniversiteyi tanımlamada en önemli fikir, akademik özgürlük kavramıdır. Bunun ilk belgeli kanıtı, 1158 veya 1155’te bir akademik sözleşme olan ve bilim adamının eğitim yararına gezme hakkını garanti altına alan Constitutio Habita’yı benimseyen Bologna Üniversitesi’nin kuruluşunun ilk dönemlerinden gelmektedir. Bugün bunun “akademik özgürlüğün” kaynağı olduğu iddia ediliyor. Bu artık uluslararası alanda geniş çapta tanındı. (2) Kaynaklar. Bir üniversiteyi üniversite yapan kaynaklarıdır. Yani anında aktif olarak her araştırmaya ayırdığı paradır. (3) Bilime değer veren bir kültür ortamı gerekir.
Boğaziçi Üniversitesi’nden Hasan Demirkan adlı öğrenci dünyaca meşhur bir Amerikan üniversitesi olan MIT’de öğretim üyesi olan Daron Acemoğlu ile bu konu üzerinde bir söyleşi yapmış. Bu atamanın ABD’de nasıl olduğunu sormuş. O da şöyle diyor: “üniversiteyi seçim ya da atama ekseninde tartışmak yanlıştır. Batı da rektörler genelde belirli bir akademik ve komite ve mütevelli heyetinin yaptığı atama ile gelirler. Seçimle olan yerler de vardır. Öğrencilerin ve öğretim görevlilerinin her istediklerini yapmak değil de üniversiteye yön vermek için atanırlar. Bunun politik bir anlamı yoktur. Bunun üniversite özerkliğine ve üniversitenin değerlerine saygı duyulan bir süreç içinde olması gerekir. Bu sebeple birçok üniversite siyasi atamalara hayır demektedir. Bu gün Türkiye’de yapılan üniversitelerin bilime yaptıkları katkı ve öğrenci yetiştirme konusunda yapılanların artık yapılmaması ve bunun siyasi düşünceye göre tasarlanmasıdır. Bu üniversitelerin ilerlemesini durdurmuştur. Özgür düşünce, tarafsız fikir üretimi, korkusuzca soru sorabilmedir üniversiteyi çığır açan yeniliklerin filizlendiği yatak yapan. Siyasi atamalar bunları yok eder. Devlet daireleri siyasi atama yerleridir. Ancak üniversitelerde bu kabul edilmez. Türkiye gibi 80 milyon nüfusa oranla genç nüfusunun daha fazla olduğu bir ülkenin tabii ki bilime öncelik vermesi gerekir ki genç nüfusunu kalkınmada kullansın. Ancak bilime önem vermeyen bir kültürde genciniz ne kadar olursa olsun, üniversiteye ne kadar kaynak akıtırsanız akıtın elde edeceğiniz şey sıfırdır.”
Daron Hoca’nın söylediklerine katılmamak elde değil. TUBITAK “Organik Hoşafı” proje birincisi yaptıktan sonra. Demek ki yerli milli masalı üniversitelerde bu üç özellik olmazsa yürüyecek bir rüya değil.
Ancak “Kayyım mı” “Seçim mi” konusu hala aydınlanmadı sanırım. Bunun aydınlanması için ben de Saskatchewan Universitesi’nden emekli Biyokimya, Moleküler Biyokimya ve Instrumentational Analysis derslerime giren ve senelerce benim hamim olan hocam Malta’lı Profesör Frank Vella’ya sordum. Frank Vella Tıpçılar, Veterinerler, Eczacılar, Biyologların çok yakından bildiği meşhur Lubert Stryer’ın “Biochemistry” kitabının üç editöründen biridir. Kendisi Oxford mezunudur ve beni de Oxford’da Arkeogenetik konusunda kendisinden çok istifade ettiğim Prof. Chris Tyler Smith ile tanıştıran odur. Bu kadar tanıtımdan sonra gelelim öze…
Verdiği cevap aşağıdadır:
The rector or president of a University is appointed in one of several ways. At U of Sask, a Selection Committee is appointed and consists of faculty representatives. They select the best person from the list of those who have applied for the position and then the Board of Governors makes the final decision. Some universities are sponsored by churches or other institutions. In these the selected person has to be confirmed by the institution. In Portugal and other places where a university is sponsored by the Catholic Church, what is called a Pontifical University, the church leaves the selection to a group of its representatives to do the selection.
I trust this answers your question.
Frank
Türkçesi ise şöyledir:
Bir Üniversitenin rektörü veya başkanı birkaç yoldan biriyle atanır. University of Saskatchewan’da, fakülte temsilcilerinden oluşan bir Seçim Komitesi atanır ve rektörlük pozisyonuna başvuranlar listesinden en iyi kişiyi seçerler. Seçtikleri adamın adını son kararı verecek Guvernörler Kurulu’na (Mütevelli Heyeti) sunarlar. Kararı onlar verir. Bazı üniversiteler kiliseler veya diğer kurumlar tarafından desteklenmektedir. Bu kurumlarda seçilen kişinin kurum tarafından onaylanması gerekir. Portekiz’de ve diğer yerlerde Katolik Kilisesi tarafından desteklenen bir üniversite Papalık Üniversitesi (Pontifical University) olarak adlandırılır. Burada kilise seçimi yapmak için görevi bir grup üniversite temsilcisine bırakır.
Bunun sorunu yanıtladığını düşünüyorum
Frank
Eğitimde en önemli şey seçimdir doğrudur. Çünkü mütevelli heyeti o üniversiteye kaynak bulan aktaran guruptur ve onlar asla paralarının çarçur edildiğini görmek istemezler. Bu insanlar Daron’un dediği gibi seçtikleri rektörü üniversiteyi daha iyi bir pozisyona götürecek diye seçerler. Ve bu pozisyon da daha iyi projeler ve kazanılacak daha çok paradır. Çünkü üniversite artık bir şeylerin üretildiği, tasarlandığı ve bundan olağan üstü paraların kazanıldığı yerdir. Ve üniversitede kim en büyük projeyi alıyorsa mütevelli heyeti kimi rektör seçmemizi istersin diye gider ona sorar. O kişi heyette yer alır. Bu kişi bilimin dibini bulmuş hocadır hoca. Nerede bulacağız onu da rektörü ona seçtireceğiz? Kaç kişi var üniversitelerde maaş kartını hiç bankamatiğe sokmadan 10 yıl projeden geçinen? Ya da Türkiye’de araştırmalara verilen harcama limiti ne kadar ki sen bu ortamda bol para kazanabileceksin. Ekonomik özgürlüğünü almamış bir akademisyen, akademisyen olsa ne yazar olmasa ne.
Onun için üniversiteler de Türkiye’de sadece eğitim kurumlarıdır, elemanlarının titri değişse de devletin maaşlı bordrolu elemanlarıdır. Ve böyle bir ortamda parayı veren düdüğü çalar. Ve parayı veren de Devlet ise istediğini atar vesselam…
Ebu Hanife’nin yüksek eğitim için bir sözü var: iyi bir eğitim için; iyi bir eğitmen, Fikri ve irfanı hür zeki bir talebe ve bolca zamana ihtiyaç vardır.
Demek ki eğitimin şartları üç aşağı beş yukarı her yerde aynıdır. Peki, bize uymayan yanı neresidir?
Biz üniversiteyi de, özgürlüğü de, çalışmamayı da kendimize uydurup günün sonunda bankamatikte ne kadar param var diye bakıyoruz ki bizim anladığımız özgürlük de bu kadar akademisyenlik de…
Virus Genetiği dersini aldığım Montreal, Mc Gill Üniversitesi’nden hocam Nicholas Acheson’a bir gün rektör seçimi dolayısıyla mütevelli heyeti gelmişti, “Kimi seçelim bir fikir ver,” diye. Çok şaşırmıştım. Çok şaşırdığımı anladı ki şöyle dedi; “ben en büyük projeyi yürütüyorum, o sebeple benim istediğimi yapmak zorundalar.” Yürüttüğü proje bu gün bütün dünyada kadınların yaptırdıkları (Human papilloma virus) servix kanseri aşısıydı ve 27 milyon dolarlık bir projeydi. Anlayana sivrisinek saz….