KÜLTÜR SANAT

Neslihan Dağlı ile Seçkin Şiirler’de Engin Turgut

Merhaba sevgili okur,

Bu haftanın şair konuğu sevgili Engin Turgut 1957 yılında İstanbul’da doğdu. Evli ve bir çocuk babasıdır. Üsküdar Akşam Lisesi’nden mezun oldu. Tezgâhtarlıktan barmenliğe, gümrük komisyonculuğundan banka memurluğuna, düzeltmenlikten reklam yazarlığına kadar çeşitli işlerde çalıştı.

Şiir, yazı ve resimle iç içe yaşıyor. 17 kişisel resim sergisi açtı ve karma sergilere katıldı. “Küs” adlı şiir kitabıyla 1993 yılında Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü’nü kazandı.

Çeşitli edebiyat dergilerinde zaman zaman şiir kitapları üzerine portre yazıları ve denemeler yazıyor.

Şiir:

Kışkırtıcı Erguvan, / Şiir Atı, 1987, Küs, Telos, / 1992, Bayan Elma, / No: 27 Yayınları, 1997, Aşk: Canım Benim! / İnsan Şiir Defteri, 1998, Aşkın Kırk Bir Hali, / Hera, 1998, Mucize Tozları, / Benseno, 2002,Mahcup, / Hayal Yayınları, 2006, 57 Model Chevrolet Ya da Küçük Caz Şarkıları, / Artshop Yayınları, 2007, Suyun Rüyası, / Artshop Yayınları, 2008, Esrik,  / Artshop Yayınları, 2009, Mest, /  Artshop Yayınları, 2011, Regarengin, / Artshop Yayınları, 2016, Tayf, / Artshop Yayınları, 2018, Ardından, / Edebiyatist Yayınları, 2021

Deneme:

Hiçbir Zamana Sığmayan, / Hayal Yayınları 2006

ENGİN TURGUT’UN ŞİİR’E DAİR  DÜŞÜNCELERİNDEN ;

 

Bana samimi bir yüz lazım gümbür gümbür tenha çiçekleri kokan. Bana samimi bir gönül lazım püfür püfür esenlik şarkıları duyuran. Bana sahici bir içtenlik lazım arkadaşlığın kardeşliğini, dostluğun nezaketini sunan. Bana samimi bir kalp komşusu lazım, içinden fesatlık, çirkinlik, vasatlık, avamlık geçmeyen. Bana dibine kadar mahcup bir masumiyet lazım demiş miydim? Yine demeliyim. Dedim bile!’

‘’ Çok savruk, dağınık yazmak gibi bir yapım var. İmge bağımlısıyım sanki. Ama sözü azaltmak, eksilterek yazmak, daha sade, daha duru yazmak istiyorum. Bütün safralardan, kıymıklardan arınmış, şiiri imgeye boğmadan yazmak en güzeli eyvallah, tamam da bunu başka şiir kardeşlerime söylüyorum ama kendime gelince zorlanıyorum. Ama bir gün bunu başaracağım söz!

‘’ Dünya görüşüm ne olursa olsun şiire keskin, köşeli, slogana kaçan sözleri boca etmemiş, şiire çığlık attırmamış, kısacası şiire belli bir düşüncenin elbisesini zorla giydirmemişimdir. Lirizmden, şiirin kendisinden yana oldum hep.

Şiir size kendisini yazdırtıyor ama nasıl yazdığımız da tamamen bizim bilgimiz, görgümüz, yaşadığımız hayatlar, nerelerden, nasıl beslendiklerimiz, diğer sanatlar arası disiplinlerle uzak yakın kurduğumuz ilişkiler de biçimlendirebiliyor şiirlerimizi. Ben ağacımdan, yerimden memnunum . Ağacım serin, gönlüm ferah ve kalbim kirlenmedi şükür. Kendi şiirimi yazıyorum sonuçta. Bu da az şey midir? Kısacası şiirin diline düştüm düşeli içimde hep ‘yaza sızıla’ bin keder hali dolaşıyor..

Benim bütün şiirlerimde sitem, sevgi, aşk ve ayrılık vardır. Sevginin, sevmenin, inceliğin, küsmenin, incinmenin bütün asil tonları vardır. Hayatta sahici ne kalmışsa kelimelerin üstünü örtmeden, mavi yağan yağmur aşkına hüznün dumanıyla yazılmıştır. İnce sözlerden fışkıran sevecen bir bakışla, her zaman olduğu gibi yine aşkla yazıyorum kırılgan şiirlerimi. Her zaman söylerim, öyleyse yeniden, yine söylemeli. Şiirin kardeşliğini hiçbir şeye değişmem.

‘Şair şairin yurdu olmalıdır’ diye düşünmüşümdür hep. İyi şiir, az şair. Herkes ‘şiir’ yazabilir, yazsın! Şiirden anlayanlar azdır, olsun! Okumadan yazanlar var, bak işte bu çok fena! ‘Şiirin tanrısı’ ya da ‘tanrıçası benim’ diye ortalıkta dolaşıp, sağa sola üstten bakan, ahkâm kesenlerden ne hayat ne de şiir çıkmıyor. Aslında şiir ne güzel bir ikram, ne güzel bir iyiliktir. Ne mutlu kendi sesini bulup, sessiz ve derinden gelen ışığın o çalışkan güzelliğine.

Efendim ben kimsesiz hüzünzadelerden Engin efendi. Zeytin ağacının dallarına sarılmış gariplerin rüyasıyım. Hasret caddesinden veda sokağına taşındım.  Hepsi bu!’

‘’ Ne söylesem, söyleyemediklerimin o derin tortusu kaldı, kalsın!

 

**

EYLÜL ÇIKMAZI

 

Sevdiğim ve terk ettiğim bir kadının doğduğu ay

Eylül: Bulutsu bir gecenin sabahında yediğim üzüm

Göğün ışığından sarkan mavi telaş, şarap kokusu

Kişneyen atlar, ölmüş şairler mevsimi, gazel inceliği

Uslanmaz alfabe, yaralı harflerin bıraktığı baş dönmesi

Serin ve ılık şarkılarla yıkandığım saklı ve sisli su

Eylül: Taşa kesmiş mağlup ay, hüzünlü tahta bacaklı ay

Terli ve başı eğik ağustos hallerinden çıkma hali

Ekim çiçeklerine yürüyen mürdüm erikleri sevinci

Düşlerden kiraz, nefesimden incir yapma çalışkanlığı

Eylül: Okul önünde kır söyleşisi, aşk yangınları, lirik

Devrik cümle, karadut kimsesizliği, küskün rum rakısı

İyi insanlar sarsıntısı, üzerimize yıkılan duvarlar

Merhametli ahşap ev sıcaklığı, sonsuz sonbahar odası

Kendi denizinde kayığını yitirmiş bir şair tesellisi

Buruk ada, çapkın yeşil, sarıdan beter yaprak acısı

Eylül: Sezgi şaşkınlığı, yarım bırakılmış her şey, şey

Hiçbir şiirde durmayan siyah bir kuğunun rüya şakası

Modigliani resimleri, uzak taşra, buğulu nar taneleri

Evden sokaklara kaçan bir kedinin yağmurlu halleri

Yağmura yakın komşu elmanın çocukluk saadeti

Eylül: Küçük bir kuşun narin gövdesi, kalp üşümesi

 

Küs çocuk, deli rüzgâr, solgun kedi, derin sancı…

**

AVLUDAKİ RÜYA

 

Hüzün sesli dört milyar yıllık kalbimi

Size emanet ettimdi, hiç kirlenmedimdi

Kalbim sizin meşkle bakan gözlerinizdir.

 

Kime sürgün edilmişsem, semazenler

Serçenin kanıyla yıkanmıştır, cem sevinci

İçimdeki sır sizin pamuk şeker ellerinizdir.

 

Bu yorgun coğrafyada kalbimin haritasını

Yırttılar, rüzgâr üflemesiyle kovulmuş

Bakire gönlün gönül yağmuruyla sevinendir.

 

Keşke yağmurun da bir divânı olsaydı

Söylerdi efendi güneş ve bir Kızılderili

Gazeldim, beni size bağlayan dem ipliğimdir.

 

Bin anlamda açılırdı derdimin kuyusu

Yokluk burcundan size doğru akardım

‘Sizi seviyorum’ diyen kül olmuş dilimdir.

 

Mahrem yerlerin çürürdü ah ay bahçesi

Neden çöl kokuyor güneşe bıraktığınız gölge

Avlu, aşka açılan avlu, derinliğin çığlık sesidir.

 

Fırtına uğultusu, kaçıncı hançer sırtımdaki

Her gece sizi gül yaprağına sarardım da

Uyandığım gün size küs gecesi engindir.

**

KOŞU

 

Atların derin sustuğu yerden geldim

Çok kamçı vurdun bana seyis, ey!

 

Yarış atıydım sadece dörtnala koşan

Safkan rüzgârdım, yere kapaklandım, ah!

 

Bir fayton sefasıydım çatladı gönlüm

Yaralıydı sol kulağım, çok yaşlandım!

 

Beni düş kırıklığından, tahtadan yapmışlar

Üzülünce çatır çatır yanar tay sevinci.

 

Koşarken yelelerim sağanak yağmur

Yanımdaysan rahvan yürür, yoksan hazan.

 

Kısrak bir yanım var, boynum sessiz

Boynum ince ruhlu sana koştukça uzar.

 

Yapraklardan yaptığım ince uçurtmalar

Tarçın kokusu duman çıkardı burnumdan.

 

‘Biz koşu bittikten sonra da koşan’ atlardık

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Uyarı: Korumalı içerik !!

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.