Merhaba sevgili okur,
Bu haftanın şair konuğu sevgili Mehtap Emre Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türkoloji mezunu. Emekli edebiyat öğretmeni. Erzurum doğumlu, Gelibolu’da yaşıyor.
‘’ Yazma tutkum, ortaokullu yıllarımda başladı. Ailesel nedenlerle iki yıl öncesine kadar yazdıklarımı dergilerle paylaşma fırsatı yakalayamadım ama gecikmeli de olsa şimdilerde şiirlerim, dergilerde yer bulur oldu.
Kısa öykü ve deneme çalışmalarıma yeni yeni düzen vermeye çalışıyorum.
Yazmak kadar beni rahatlatan çini ve resim de amatör uğraşlarım arasında yer alıyor. Fakat okumak, her zaman öncellediğim tek güzelliğim yine de…
Müzikle profesyonel anlamda bağım olmasını çok isterdim. Edebiyat , resim ve müzik tutkum içinde beni en çok sağaltan müziktir.
Müzikle başat diyebileceğim bir de okumak var elbette . Yozlaşma ve çağ erozyonundan kurtaran bir diğer avuntum da hayvanlarla olan yakınlığım .
Onlarla birlikte olmak , beton- metal enkazı ruhsuz yaşamın bizleri bunalttığı kadar onları da hırpaladığının tanığı olarak elimden geldiğince koşullarını iyileştirme çabalarım …
Doğaya verdiğimiz akıl almaz zarar , insanlıktan çıkıp nesneleşmemiz , hak- hukuktan yoksun bırakılmışlığımız , yabancılaşma gibi sayabileceğim pek çok açmaza rağmen iyi ki sanat var , umut var…
ŞİİRLERİNİN YER ALDIĞI DERGİLER ;
Tmolos , İnsancıl , Gökkuşağı , Karakedi , Şehir , Adalya , Deliler Teknesi , Çini , Nif Sanat , Lacivert , Edebiyat Nöbeti .
MEHTAP EMRE’NİN ŞİİR ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ ;
Sezgi, yetenek, duyarlık, kendini bilmek, görmeyi, anlamayı bilmek, toplum sorunlarına tanıklık
Etmek, çarpık işleyişe ve varoluşsal açmazlara, sancılara ilişkin kendi muhalif dilini oluşturmak.
İşte bunlarla duygu düşünce sarmalında dışımızdaki doğa ile içimizdeki doğayı buluşturmak sözcükleri
manevi bir kalenin kadife taşları olarak döşemek biçeme ahenkli tınılarla can vermek…şiir yapmak…
bağırmayan, kederinden zevk alan fısıltıyla dünyaya ‘ben de varım’ demek; her şeye karşın dirençle
hayata meydan okumak…
Şiir benim hem yeniden yeniden doğumum hem her defasında ölümüm, pişmanlığım aynı
zamanda iyi ki’m! hem zehrim hem panzehrim istiridyenin kum acısı nilüferin balçığa gövde
gösterisi bazen fırtına kuşunun başkaldırısı bazen kör ve sağır baykuşun tenhalarda iç çekişi…
İNANNA*
kalbimizi göğsümüzden çekip çıkaran
hanginiz yazgımıza baldıran
hangisi daha hünerli avcı
kör bıçağı iman tahtamızda şehvetle kanırtan
kanrevan ellerinizden
hangisi
tutsağız
zifirî bilinçaltınızın dehşetengiz ormanında.
kankırmızı mantarlarınızdan
sarkıtarak boynumuzu
-g’yle yumuşak g arasına sıkışmış boynumuzu-
parçalayın ikiyüzlü giyotininizle
aman ha sorgulamayın kendinizi
atın ilk taşı toplu halde
recm edin
manolyaları
gelincikleri
buhurumeryemleri
hatta ismini bilmediklerinizi
ve dahi ismi bile olmayanları
değil mi ki baştançıkarıcı hepsi(!)
kaç yüz bin kere hızlı çekim film karesi
olmalı ki zirveden zemini öpüşlerimiz
o s c / a r ödüllü
zafer işaretine dönsün
abus
abullabut
ve yasal
ve resmî
balçık erkinizin yüzü
beceriksizce o lânet olası sevme taklitleriniz
o her yere engerek başı uzanan
etli
hantal
ve yağlı
ve iğrenç
çataldilleriniz
sever gibi yaparken de ana avrat söverken de
aynı uzvu kullanan siz
hiçbir okyanus paklamaz kirinizi
hiçbir gerekçe aklamaz sifilizli öfkenizi
ilkelliğinizin yapboz tahtasına dönen
eciş bücüş tarihiniz
kimliğiniz
değersiz
ve silik
ve işlevsiz
palimpsestten ibaret
-artık sevecen uygar manifestoya yer yok-
güzelden iyiden yana ne varsa
iğdiş ettiniz
i n a n n a
bundan böyle dokunmayacak saçlarınıza
-rüyalarınızda bile-
kelebek öpücüğü kondurmayacak
dudağınıza
bu ıssızlık sizin eseriniz
övünebilirsiniz
*( İNANNA: Sümerler’in aşk ve bereket tanrıçası )
**
SON MEVSİM
Hercai ilkbahar en afili yalanını
benim kulağıma fısıldadı bu defa
‘gönlünce uçabileceksin’ dedi,
‘yakında…’
aldanmaya öyle hevesliydim ki
söz geçiremedim budalalığıma
sevinme ödevlerimi eksiksiz yaptım
ördüm kozamı telâşla
oysa bensiz dönüyor dünya
yok, yok, ilkbaharın suçu yok
inanmış olmalıyım kendi uydurduğuma
ben ki son mevsim adlı tırtılın rüyasıyım
bittiğim yerden başlayacak kelebek ömür
yaz masalı kanatlarında
**
ÖLÜMLÜ
yurdundan sürgün bahtsız tanrıça çiçeği
iki damla şebnem görüp göreceği
dilsiz odalara mı saklanmış
sunaklarda mı yitirilmiş erden erdem
ki karanlık sürgün vermiş sırra kadem bastığı yerden
toplamaya çalıştıkça dağılan
küşüme batmış bulanık ses
işleyen yaranın nabzı kanat izinden
ağzının mor çatısında dillenen o kaknüs kuşu
kim bilir kaç bozgun artığı yürek sürümüş
yengisiz seferinden
daha kundakta
cadı kazanına perçinlenen ey ölümlü
eris kızı ate’nin zambağını göğsünde filizleyen
ışık mı sandın
arzulu damarını yaşamın kızıla çalarak geçeni